1 Şubat 1985 yılında Vitoşa eteklerinde şair Mehmet Karahüseinof kendini yaktı

2 Şubat 2015 Pazartesi |

Lütvi MESTAN
HÖH Genel Başkanı
 

Bir sonraki düşüncelerim Bulgar toplumunun çok az bildiği bir üzücü yıldönümü vesilesiyle olacaktır. 30 yıl önce, 1 Şubat 1985 yılında Vitoşa Dağının eteklerinde insan olmanın en kutsal iki varlığı, adı ve inancına suçlulukla kasteden sözde Soya Dönüş Sürecine karşı çıkan şair Mehmet Karahüseinof kendini yakmıştır. Bu hareket ne sade zayıflık ne de korkaklığın bir ifadesidir. Bu, onun var olma öğelerinden yoksun bırakılan, coşkun ruhuna zarar veren çok acıklı arınması için ateşe adım atışıdır. Mucizevi bir biçimde kurtulan şair, namı değer Meto, beş yıl korkunç acılar çektikten sonra, yaşama gözlerini yummuştur. 1 Şubat - Komünist Düzeni Kurbanlarını Şükranla ve Saygıyla Anma Günü, şair Mehmet Karahüseyinof’un (Meto) da Günüdür.

    Dostları tarafından Meto olarak hitap edilen şair, sözde Soya Dönüş Sürecinin tek kurbanı değildir. Bu yüzden geride bıraktığımız 2014 yılının son günlerinde Mleçino, Mogilâne, Nanovitsa, Raven, Gorsko dülevo, Gruevo ve Momçigrat’taki anma törenleriyle komünist düzeninin karanlık siyasetinin suçsuz kurbanlarını ki aralarında 17 aylık Türkan Bebek de var, sözde Soya Dönüş Sürecinin son evresinin otuzuncu yılını andık. 30 yıldan beri Bulgar Devleti hem öldürülenlere karşı, hem de haksız yere mahkûm edilenlere ve adları için kovulanlara karşı borçludur çünkü işlenen bu uğursuz kitle suçundan dolayı hüküm giyen bir kişi dahi yoktur. Bir kez daha vurguluyorum ki 1984 – 1989 yıları arasındaki olaylar çok daha uzun bir özümleme sürecinin son evresidir ki bunun bir önceki zirvesi, yine masum kanı ile bulanmış, yetmişli yılların başında Rodoplardaki olaylarıdır.

    Sözde Soya Dönüş Süreci için zamanaşımı olamaz. Bu yüzden 43. Halk Meclisinin mevcut yasama döneminde Hak ve Özgürlükler Hareketi öncelikleri arasında sözde Soya Dönüş Süreci etkilerini aşmak için paket yasalar vardır ki aralarında, kuşkusuz Zorunlu Özümlemenin (asimilasyon) de dâhil olduğu, insanlığa yönelik işlenmiş suçlara ilişkin zamanaşımının düşmesini düzenleyen Ceza Yasasındaki değişikliklerdir. Bu konuya ilişkin tutum, Bulgar toplumunun demokratik olgunluk ölçütüdür ve bu nedenle sadece HÖH’ün önceliği olarak düşünülemez. 43. Halk Meclisinin ilk çalışma gününde, yazarı olduğumuzu iddia etmeden çünkü sağ görüşlü bazı siyasetçilerin hakkını vermekteyiz, Ceza Yasasındaki değişiklikleri meclise sunduk. Zaman, iyi niyetli düşünceleri gerçekleştirme zamanıdır. Bu bizim ortak siyasi görevimizdir. Bu soruyu gündeme hınç ve intikam duygularıyla taşımaktan ziyade, derin bir hakiki iç arınmayla Bulgaristan toplumunun bütünleşmesi adına yapıyoruz. Bizler, 70’li yıllarda ve 1984/85’in kışında ve Mayıs 89’da Bulgaristan’daki Müslüman azınlığının barışçıl gösterilerini, Bulgaristanlı aydın muhaliflerin hakkını da vererek, 1956 Macaristan, 68 Prag ve seksenlerde Polonya’daki Solidarnost (Dayanışma) olaylarının, benzer Bulgaristan siyasi olayları olduğu düşüncesiyle hareket ediyoruz. 30 yıllık zaman, bu olayların uygun bir olumlu değerlendirmeyle komünist düzenin devrilmesi katkısı, tarih kitaplarına dâhil edilmesi için yeterli mesafedir. Demokratik yelpazenin düzenli partilerin uzlaşı değerlendirmesi için, aşırı milliyetçilik ve nefret söylemine kesin çizgi çizmek maksadıyla, yeni bir ortak değer sahası temeli haline dönüşsün. Bu artık sözde Soya Dönüş Sürecine yönelik ceza yargısı dışında, daha az önemli olmayan gerçek ahlaki yargı sorusudur. 12 Ocak 2011 yılında 41. Halk Meclisi süreci kınayan bildirge kabul ettiği bir gerçektir. Bu hareket yalnızca somut siyasi eyleme geçtiğinde, gerçek bir güçlü siyasi hareket olacaktır. Diğeri ikiyüzlülüktür. Ne yazık ki, bizim şüpheyi dile getirmeye nedenlerimiz vardır.

    Birinci. HÖH’ün anma törenlerindeki iletilerinin, “Mestan Hıristiyan bayramlarını insanları gösteri yapmak için kullanıyor”, çirkin, katkısız alaycı savıyla değiştirilme girişimine tanık olduk. Bunu kamuoyunun akıl hocaları siyasilerden ve de gazetecilerden duyduk. Yanıtlamak dahi gerekmez ama söyleyeyim. Bizler adın itibar değerinin farkındayız çünkü bizden alındı. Dolayısıyla Momçilgrat Meydanındaki konuşmam Stefan adını taşıyanları selamlamakla başladı çünkü Hıristiyan Azizi Stefan’ı anma günüydü. Çünkü kurbanlardan ziyade, yönetenler seçmişti temiz Hıristiyan bayramlarını kendi halkından bir kısmının üzerine tanklarla, zırhlı araçlarla ve Kalaşnikoflarla gitmeyi. Türkân Noel Günü öldürüldü. Noel?! Merak ediyorum hangi yozlaşmış bütüncül bilinç İsa Mesih’in Doğuşu, Yeniden Doğma, Soya Dönüş Süreci arasındaki köken bilimsel bağlantıyı aramış!!!...

    İkinci. İstisnasız Islahat Bloğunda yer alan partilerin ne zaman dürüst oldukları önemli bir sorudur. Sözde Soya Dönüş Sürecini kınayan Bildirge önerdiklerinde mi ya da bugünlerde bazı bakanların ve milletvekillerin, “Bizim aşırı milliyetçi Yurtsever Cephe’nin ulusal halkçı düşüngüdümüyle bir farkımız yoktur”, dediğinizde mi? Bu yüzden mi hükümetin kuruluşunda Sn. Borisof’un önüne Yurtsever Cephe’nin de dâhil edilmesini aşılmaz bir koşul olarak sundunuz? Ne zaman dürüstsünüz? Zorunlu ad değişikliğini kınadığınızda mı, yoksa Bölgesel Yöntemler Yarkurulunda Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin önerdiği sözde Soya Dönüş Süreci sırasında ölen vatandaşların mahkemeye başvurma imkânı olmadığından dolayı, adlarının idari yollarla geri çevrilmesine, tüm temsilcilerinizin ret oyu kullandığı zaman mı? HÖH’ün önerdiği bu yasa tasarısı o kadar tartışılmaz ki, onu reddederek ikiyüzlülük sergiliyor, gerçek yüzünüzü ortaya çıkarıyor ve zaten de kabullendiğiniz üzere Yurtsever Cephe ile düşüngüdüm (ideolojik) olarak uyumlu hale getiriyor. Sizin kınama sözlerinin nasıl bir değeri olabilir ki, madem aşırı milliyetçilerle yaptığı bir görüşme sonrasında, sizin bakanınızın basın-yayın özgürlüğünü ve Radyo ve Televizyon Yasasını ihlal ederek, Bulgar demokrasisinin ulaştığı ilkelerin birine saldırarak Bulgaristan Ulusal Televizyonu ‘Kanal 1’ de yayınlanan Türkçe haberlerin kaldırılacağını duyuruyor?

    Burada, Sofya’da Kartal Köprüsündeki kucaklaşmayla ilgili yapmış olduğunuz sinsi yorumlarınızı çoktan öngörmüştün. Benim cevabım basit: Bu, kamuoyu önünde sunulan özür dışında, çok daha önemli bir işaretti, o da HÖH’ün sözde Soya Dönüş Süreci suçunun tüm Bulgar halkına yüklenmemesi gerektiğini ve bunun için komünist düzeninin sorumlu olduğu değerlendirmesiydi. Bu kötülük konusunda bir bütün olarak tüm halk suçlanamaz, hele de gelecek nesiller. Bu anlamda Başbakan Boyko Borisof’un 29 Aralık 2014 tarihinde yayınladığı görüşünde sözde Soya Dönüş Süreciyle ilgili yaptığı yeni değerlendirmesini, takdirle karşılamaktayız. “Yeni bir siyasi söyleşme kalitesi ve yeni ulusal demokrasi” gereksinim ihtiyacı düşüncesini de paylaşıyoruz. Bununla birlikte aşırı milliyetçi milletvekillerinin yanı sıra, Islahatçı bir bakan tarafından da 43. Bulgaristan Halk Meclisi kürsüsünde kurumsallaştırdıkları nefret söylemi ve yabancı düşmanlığı korkusu, başbakanın düşünce ve tutumuyla uyum içinde olmadığını, kesinlikle belirtmek istiyoruz. Bu, kurbanların anısıyla alay etmektir ve bu yüzden de AB üyesi Bulgaristan’ın ulusal halkçı ve yabacı düşmanlığı değirmentaşından kurtulması konusunu tekrar ve tekrar ortaya koyacağız. Savımızın basmakalıp haline dönüşmesi olasılığı bulunmuyor çünkü Bulgaristan demokrasisinin gerçek bir sorununu adlandırıyor. Yurtsever Cephe’nin iktidarda olmasının bedeli, demokrasiden ödün verilerek ödenecek, Bulgaristan toplumunda yeni ayrımcılık çizgilerinin oluşmasına neden olacak. Hıristiyanların dini bayramlarında haçı çıkarmak için Roman Hıristiyanlara yönelik suya atlama yasağı ve camilere karşı yapılan kundaklama ve dini değerlerle alay etme girişimlerine yeniden tanık oluyoruz. 5 Ocak 2015 tarihinde Filibe’deki Cuma Camii yeniden hedef alılmıştı.

    Mehmet Karahüseyinof–Meto’nun kendini feda etmesi, Türkân Bebeğin kurban oluşu ve onlarca insanın öldürülmesi sadece ad ve inanç uğruna değildi. Bunlar Bulgar demokrasisi için, Özgürlük uğruna yapılmıştı. Bu nedenle sözler ve 1 Şubat resmi töreninin ötesinde, onlara kalıcı takdir borçluyuz. Çağdaş Avrupa demokrasinin temelini oluşturan etnik ve kültürel farklılıklara ilişkin, etkin siyaset ve gerçek saygı içeren kurumsal eylemler borçluyuz.

    1985 yılında ülkedeki toplumsal barışın ateşe verilmemesi için diri, diri yanan şair Mehmet Karahüseyinof–Meto’nun anısı önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum. Demokratik bir Bulgaristan’ın eşit vatandaşları adına, törensel olarak canını feda ettiği yerde, en azından kendisini onurlandırmak için bir anıt taşı koyma sorumluluğumuzu şair Mehmet Karahüseyinof–Meto çoktan hak etmiştir.