1989'da, son komünist hükümet döneminde, etnik Türk nüfusun zorla
asimile edilmesi politikasının sonucu olarak, Bulgaristan nüfusunun
yaklaşık yüzde 5'i ülkeyi terk etti. Kısa süre sonra da komünizm
çöktü. 'Adların iadesi' ya da 'uyanış süreci' denilen bu uygulamanın
Bulgaristan'da komünizmin bitmesine bir katkısı olmadı. Daha çok,
ölmekte olan kalbini yapay biçimde çarptırmak için popülist
milliyetçilik şokuna başvuran, çürümüş bir rejimin son kıvranışlarının
simgesiydi bu. Bulgaristan parlamentosunun, kendi vatandaşlarına
çektirilen acılar için özür dileyen bir bildiriyi kabul etmesiyse 22
yıl aldı.
Bildiri, diplomatik bir baskının sonucu ya da Bulgaristan'la Türkiye
arasında gaz bağlantısı veya ticaret anlaşmasının aracı değildi. Ne
Bulgaristan'daki Türk partisi ne de -AB'ye yeni üye devletlerdeki
hayırlı icraatların gerisindeki itici güç olan-Avrupa Komisyonu
tarafından talep edilmişti. Acılı bir iç sürecin ve siyasi olgunluğun
sonucuydu bu.
Fakat niye bu kadar geç geldi? Genellikle özürler, çok gecikmeli
olarak ve esas sorumlu olmayan kişiler tarafından dilenir.
Toplu hafıza kaybı
Doğu Almanya, Nazi suçları için ta 1990'da özür dilemişti. Ülkenin 2.
Dünya Savaşı'nda en büyük can kayıplarını vermiş Sovyetler tarafından
işgal altında olduğu düşünülürse, neden bu kadar geç kalındığını
anlamak zor. Dönemin Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin, 2. Dünya
Savaşı'nda 600 bin Japon esirin Sibirya'ya gönderilmesi konusunda özür
dilediğinde 1993'tü.
Yine 1993'te Papa 2. Jean Paul, Katolik Kilisesi'nin Afrika'daki köle
ticaretinde oynadığı rol için özür diledi. Britanya Başbakanı'nın
(ülkesinin 1833'te yasakladığı) köle ticareti için özrü 2007'de geldi
ve ABD Senatosu da kölecilik tarihi için 2009'da özür diledi -1865'te
tümüyle yasaklanmasından yaklaşık 150 yıl sonra. Özür için asla geç
kalınmıyor olsa gerek ki Katolik Kilisesi, 1633'te Galileo Galilei'yi
ev hapsine koyduğu için 1992'de özürlerini takdim etti.
Gel gelelim bazen zamanında dilenen özürler, mucizeler yaratabiliyor.
19 Ağustos 1993'te Güney Afrika Devlet Başkanı Frederik Willem de
Klerk, apartheid için özür diledi. İki gün sonra Nelson Mandela,
Afrika Ulusal Kongresi'nin düşman olduğundan şüphelendiği kişilere
yönelik mezalimi için özür diledi. Bu iki özür, muhtemelen ülkeyi
kurtardı.
Aynı şekilde münasip bir özrün eksikliği de iki ülke arasındaki
ilişkileri mahvedebilir: Şu anda Türkiye ile İsrail arasında olduğu
gibi. Gazze ablukasını kırma girişiminde bulunan Türk gemisine baskın
düzenlenip 9 Türk vatandaşının öldürülmesinin ardından İsrail, 'eğer
Mavi Marmara operasyonunda sorun çıkmışsa, özür dilemeyi
değerlendirmeye istekli olduğunu' söyledi. Fakat bu, Türkiye için
yeterli değildi ve İsrail büyükelçisini sınır dışı etti.
1989 sonrası Bulgaristan, 'uyanış süreci'yle ilgili toplu hafıza
kaybına uğramıştı. Az sayıda kitap ve belgesel yayımlandı, onlar da
"Şimdi zamanı değil", "Yatışmış etnik gerilimi niye tekrar tahrik
ediyorsunuz?" gibi suçlamalarla karşılaşmıştı.
Komünist Parti'nin halefi Sosyalistler, seleflerinin suçluluk
karmaşasını da devraldığından, böyle bir girişime soyunmadı.
Oluşumundan kısa süre sonra çaptan düşmeye başlayan komünist karşıtı
yelpaze de Türk partisiyle taktik savaşına girdi ve bu konuya
yeterince eğilmedi.
1998'de Bulgaristan Devlet Başkanı Peter Stoyanov, Bulgaristan'ın
mezalimi için Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'den özür
dilediğinde bu, kolektif olarak tanınan bir sorumluluktan ziyade
kendisinin açıkgörüşlü bir eylemiydi. Siyasi partiler, milli
hissiyatlı seçmenleri yabancılaştırmamak için ihtiyatlıydı.
Bulgaristan, "Bu konuyu aile içinde konuşmuyoruz" havasına girmişti.
Bu açıdan özür şaşırtıcıydı; zira Balkanlar, özür dilemesiyle tanınan
bir bölge değil. Özür, onlara göre zayıflık demektir. Eğer günün
birinde bir 'Balkan geni' keşfedilirse bu, 'suçlama geni' olacaktır.
İkinci Balkan geni de 'inkâr' olacaktır. Belki de Balkanlar'daki
sayısız çatışma, kötü muamele ve mezalimin merkezinde, Balkanlar'ın bu
özür dilemez doğası yatmakta. Balkanlı tarihçilerin aşkla yazdıkları
ders kitaplarını okuduğunuzda, çoğunun tarih boyunca "Herkes bize
karşıydı" öncülünü temel aldığını görürsünüz. Balkanlar'ın kendini
kurbanlaştırma takıntısı ve "Tüm komşularımız kana susamış
düşmanlardır" görüşü, toplumsal tartışmalarda da derinden yer
etmiştir.
Ölümcül bir kokteyl
Genelde geçmişi araştırmak, sırf olan biteni anlama çabasının, ikinci
sınıf bir şairin kutsal hakikatin sorgulanamaz kaynağı olarak görülen
şiiriyle ters düşmesi yüzünden imkânsızdır. Osmanlı İmparatorluğu'yla
ilgili genel algı da sadece zorla İslamlaştırmaya karşı ölümü tercih
eden cesur erkek ve kadınların kanıyla renklenen 500 yıllık
karanlıktır.
2. Dünya Savaşı'ndan sonra militanca laik komünistler de bu çizgiyi
korudu; zira öncelikle Türkiye, o kana susamış imparatorluğun
-NATO'nun- bir üyesiydi. Osmanlı dönemi için kullanılan terim, anlam
kaymasına uğradı. Türkiye'yle (Sovyetler'in NATO takıntısının sıkı
takipçisi) Bulgaristan arasındaki ilişkilerin durumuna bağlı olarak,
'Türk köleliği'nden 'Osmanlı köleliği'ne ve 'Osmanlı yönetimi'ne kadar
değişiklik gösterdi.
Bulgaristan'ın 1878 Türk-Rus Savaşı'nın yan ürünü olarak Osmanlı'dan
bağımsızlık kazanması, Bulgaristan'ın (2. Dünya Savaşı'nın yan ürünü
olan) Sovyetler tarafından işgaliyle kıyaslandı. Bu iki olaydan şu
saçma laf üretildi: "Vanya Dayı-Bizim çifte kurtarıcımız." Çevirirsek:
"Slav kardeşlerimiz olan Ruslar, bizi önce Müslüman Türkiye'den, sonra
faşist Almanya'dan kurtardı."
Maalesef Avrupa'nın tamamını, hatta Almanya'nın tamamını kurtarmayı
başaramamışlardı. Böylece faşistler, Türkler, Washington, Osmanlılar,
Londra, Müslümanlar ve Katolikler, geçmişin ve şimdinin ölümcül
kokteylinde birbirine karıştı. Bulgaristan, bu propaganda karışımıyla
düzenli olarak arındırıldı.
Komünist hükümetin çarpık zihniyetinin Orwellyan 'adların iadesi'
kuramını icat etmesinin arka planı işte buydu. Devlet, ataları zalim
Türkler tarafından asırlarca köle edilip zorla asimile olmuş halka,
Bulgar isimlerini geri vererek kolektif iyilik yapıyordu. 'İade',
üniformalı ve gizli polis, parti yetkilileri, ordu ve Bulgaristan
Ulusal Televizyonu tarafından icra ediliyordu. Kanal, milli kıyafetler
içinde kendini Bulgar danslarına kaptırmış köylüleri gösteriyordu.
Böylece kimliklerini yeniden keşfetmenin coşkusunu ve en has
kökenlerine inmelerini sağlayan Komünist Parti'ye şükranlarını dile
getiriyorlardı.
Bu kutlamalar eşliğinde 350 binden fazla kişi ülkeyi terk etti.
Beklenmedik bir özür
Yaklaşık 1 milyon Müslüman aşağılandı, binlerce aile terörize edildi
-ve toplumları içinde etkili kişiler, ülkeyi terk etmeye zorlandı.
İnsanlar evlerini terk etmek zorunda kaldı ve pek çoğu, Türkiye'ye
sığınmak için kaçarken yok pahasına satmak zorunda kaldıkları
mallarından mülklerinden oldu. Tıbbi kayıtlar imha edildi; mezar
taşlarındaki isimler çıkarıldı.
Bulgaristan'ın beklenmedik özrü, tarihinin rezil bir bölümünün
kefaretini ödemesi için gerekli bir eylem olmakla kalmayıp, bölge
ilişkileri için de alışılmadık bir emsal oluşturuyor. Bütün Balkan
ülkeleri hem kendi vatandaşlarına hem de birbirlerine, mezalimleri
için özür dilemeye karar verirse şayet, bütün bir yılı buna
vakfetmeleri gerekir.
Ancak sadece hata değil, günah işlediğini de kabul edebilmek ve
başkaları adına kolektif sorumluluk üstlenebilmek, siyasi ve
diplomatik bir jest olmakla kalmayıp güven tesisine kapı açan bir
arınma eylemidir de... Aksi takdirde geçmişe saplanıp kalacak,
önyargılar tarafından kelepçelenecek, atalar üzerinden yürütülen
siyasi kampanyalara kanabilecek insanların kurtarılmasıdır. Özür,
ileriye doğru bir kapı açar ve siyasilere kendi taraftarlarını
korumanın ötesinde politikalar sunma fırsatı sağlar.
Bu, Bulgaristan'ın ötesinde daha büyük bir şeye işaret ediyor. Özür,
-özellikle Balkanlar ve Ortadoğu'da- güvenli ve müreffeh bir gelecek
inşa etmenin temel aracı olarak tanınmalı. Türkiye-Ermenistan,
İsrail-Filistin, Sırbistan-Kosova örneklerinde olduğu gibi geçmiş,
olağanüstü karmaşık olabilir. Lakin özür siyaseti, intikam
siyasetinden çok daha güçlü olabilir.
Yulian POPOV
(Gazeteci, danışman, Britanya'daki 'Bulgaristan'ın Dostları' adlı hayır kurumunun başkanı,
Bulgar Siyasi Bilimler Fakültesi Yönetim Kurulu Başkanı, 26 Ocak 2012)