Sorun tabi ki, ne Ahmet Doğan, ne de Lütfi Mestan.
Sorun tabi ki, ne HÖH ne de var olan diğer partiler ile kurulması düşünülen yeni parti. Ne de gösterilmeye çalışıldığı gibi AKP ile HÖH arasındaki siyasi anlaşmazlık.
Sorun, Türkiye ve Rusya arasındaki güç ve etki mücadelesi hiç değil.
Sorun, tamamen ve tamamen HÖH’ü yönetenlerin yıllardır izlemiş olduğu yanlış ve işbirlikçi politikalar ile onun sonuçlarıdır. Sorun, HÖH yönetiminin, Sofya’nın 1950’lerden itibaren uygulamaya koyduğu Türkiye ile Bulgaristan’daki Türkler arasında yaratmak istediği kültürel ayrım politikasına, kısaca örmek istediği duvara destek vermesi, bu politikayı günümüzde hayata geçiren organ olmasıdır.
Sorunu doğru olarak tespit etmek çok önemli…
Burada, parti olarak HÖH değildir suçlu olan. Çok iyi biliyorum ki, parti içinde benim gibi düşünen, sevdiğim ve dostum, kardeşim olan çok sayıda insan var. Ve yine çok iyi biliyorum ki partiye oy veren insanlarımızın %99,9’u da benim gibi düşünüyor. Onlar da gelinen durumdan memnun değiller. Onlar da eğitim, sosyal, kültürel, ekonomik ve diğer pek çok sorunun çözümünü istiyorlar.
Fakat her şeyin bir gün düzeleceğini olan inanç ve bölünürsek yok oluruz korkusuyla HÖH yönetimini desteklemeye devam ediyorlar. Ancak yanılıyorlar. Düzelseydi bu güne kadar düzelirdi. 25 yıldır bir şey düzelmediyse o zaman oturup düşünmek gerek.
Aslında hiçbir şeyin düzeleceği yok. Çünkü HÖH, gövdesi Türk, başı yani beyni Bulgar ve/veya Rus olan bir parti. Hal böyle olunca da Türklerin haklarının gerçekten alınması, Bulgaristan’da gerçek anlamda bir demokrasi kurulması için yapılması gereken ya HÖH yönetiminin değişmesi ya da hedefleri olan yeni bir partinin kurulması…
Hedefleri olan yeni partinin kurulması demişken… Kurulacak yeni bir parti varsa hedefleri ve politikaları olmalı. Yoksa HÖH’ten bir farkı olmaz… O zaman yeniden başa döneriz ve oyalama taktiği amacına ulaşmış olur.
Peki, sorun ne? Evet, öncelikle konu sorunun doğru tespit edilmesidir. Çünkü sorun doğru tespit edilmezse çözüm de yanlış olur.
Bulgaristan’da Türkler açısından öncelikli konu, ekonomik sorunlarının çözülememiş, demokratik hak ve özgürlüklerinin hayata geçirilememiş ve haklarının alınamamış olmasıdır. Bulgaristan açısından baktığımızda ise oturmamış bir demokrasi ve yolsuzluk sarmalı.
HÖH yönetimi, yıllarca farklı konuları gündeme taşıyarak gündemi çok iyi belirledi. En önemli araç ta, kimlerin, özellikle de Ahmet Doğan’ın ajan olup olmamasıydı. Yaklaşık 15 yıldır Bulgaristan’da ve Türkiye’de başta dernekler olmak üzere herkes bu konuyla yatıp kalktı. Bulgaristan Parlamentosu da 2-3 yılda bir açıkladığı ajan listeleri ile bu konunun yeniden gündeme taşınmasını sağladı. Oysa yapılması gereken kimin ajan olup olmadığından çok, politika ve hedeflerin ne olması gerektiğinin tartışılmasıydı. Artık yapılması gereken başta dernekler olmak üzere herkesin şapkasını eline alıp sorunlar, çözümler ve politikalar konusunda ciddi ciddi beyin fırtınası yapıp fikir üretmesidir.
Sahi Ahmet Doğan’ın ajan olup olmaması çok mu önemli? Bu yaptıklarından sonra ajan olmaması onu aklar mı? Ya da yaptıklarını affettirir mi? Beni kimin ajan olup olmamasından çok yaptığı işler ilgilendiriyor. İsterseniz bu konuyu bir soruyla kapatayım… Sahi, sıradan öğretmenlerin bile toplum önderi olduğu gerekçesiyle kovulduğu bir dönemde (Mayıs 1989), partinin lideri Ahmet Doğan’ın kalmasına neden izin verildi?
Bu, bilimsel bir yazı değil. Öyle olmasına rağmen yine de uzadı. Kusura bakmayın. Yapmak istediğim bir tartışma yaratmak. Katkı sağlayacak olanlara şimdiden teşekkür ederim.
Sorun, Türkiye ve Rusya arasındaki güç ve etki mücadelesi hiç değil.
Sorun, tamamen ve tamamen HÖH’ü yönetenlerin yıllardır izlemiş olduğu yanlış ve işbirlikçi politikalar ile onun sonuçlarıdır. Sorun, HÖH yönetiminin, Sofya’nın 1950’lerden itibaren uygulamaya koyduğu Türkiye ile Bulgaristan’daki Türkler arasında yaratmak istediği kültürel ayrım politikasına, kısaca örmek istediği duvara destek vermesi, bu politikayı günümüzde hayata geçiren organ olmasıdır.
Sorunu doğru olarak tespit etmek çok önemli…
Burada, parti olarak HÖH değildir suçlu olan. Çok iyi biliyorum ki, parti içinde benim gibi düşünen, sevdiğim ve dostum, kardeşim olan çok sayıda insan var. Ve yine çok iyi biliyorum ki partiye oy veren insanlarımızın %99,9’u da benim gibi düşünüyor. Onlar da gelinen durumdan memnun değiller. Onlar da eğitim, sosyal, kültürel, ekonomik ve diğer pek çok sorunun çözümünü istiyorlar.
Fakat her şeyin bir gün düzeleceğini olan inanç ve bölünürsek yok oluruz korkusuyla HÖH yönetimini desteklemeye devam ediyorlar. Ancak yanılıyorlar. Düzelseydi bu güne kadar düzelirdi. 25 yıldır bir şey düzelmediyse o zaman oturup düşünmek gerek.
Aslında hiçbir şeyin düzeleceği yok. Çünkü HÖH, gövdesi Türk, başı yani beyni Bulgar ve/veya Rus olan bir parti. Hal böyle olunca da Türklerin haklarının gerçekten alınması, Bulgaristan’da gerçek anlamda bir demokrasi kurulması için yapılması gereken ya HÖH yönetiminin değişmesi ya da hedefleri olan yeni bir partinin kurulması…
Hedefleri olan yeni partinin kurulması demişken… Kurulacak yeni bir parti varsa hedefleri ve politikaları olmalı. Yoksa HÖH’ten bir farkı olmaz… O zaman yeniden başa döneriz ve oyalama taktiği amacına ulaşmış olur.
Peki, sorun ne? Evet, öncelikle konu sorunun doğru tespit edilmesidir. Çünkü sorun doğru tespit edilmezse çözüm de yanlış olur.
Bulgaristan’da Türkler açısından öncelikli konu, ekonomik sorunlarının çözülememiş, demokratik hak ve özgürlüklerinin hayata geçirilememiş ve haklarının alınamamış olmasıdır. Bulgaristan açısından baktığımızda ise oturmamış bir demokrasi ve yolsuzluk sarmalı.
HÖH yönetimi, yıllarca farklı konuları gündeme taşıyarak gündemi çok iyi belirledi. En önemli araç ta, kimlerin, özellikle de Ahmet Doğan’ın ajan olup olmamasıydı. Yaklaşık 15 yıldır Bulgaristan’da ve Türkiye’de başta dernekler olmak üzere herkes bu konuyla yatıp kalktı. Bulgaristan Parlamentosu da 2-3 yılda bir açıkladığı ajan listeleri ile bu konunun yeniden gündeme taşınmasını sağladı. Oysa yapılması gereken kimin ajan olup olmadığından çok, politika ve hedeflerin ne olması gerektiğinin tartışılmasıydı. Artık yapılması gereken başta dernekler olmak üzere herkesin şapkasını eline alıp sorunlar, çözümler ve politikalar konusunda ciddi ciddi beyin fırtınası yapıp fikir üretmesidir.
Sahi Ahmet Doğan’ın ajan olup olmaması çok mu önemli? Bu yaptıklarından sonra ajan olmaması onu aklar mı? Ya da yaptıklarını affettirir mi? Beni kimin ajan olup olmamasından çok yaptığı işler ilgilendiriyor. İsterseniz bu konuyu bir soruyla kapatayım… Sahi, sıradan öğretmenlerin bile toplum önderi olduğu gerekçesiyle kovulduğu bir dönemde (Mayıs 1989), partinin lideri Ahmet Doğan’ın kalmasına neden izin verildi?
Bu, bilimsel bir yazı değil. Öyle olmasına rağmen yine de uzadı. Kusura bakmayın. Yapmak istediğim bir tartışma yaratmak. Katkı sağlayacak olanlara şimdiden teşekkür ederim.
HÖH’ün Yaptıkları:
1- 21 Ekim’i 1998’de Kırcaali’nin kurtuluş günü olarak kabul ederek, bu günü her yıl Kırcaali’nin Türklerden kurtuluş günü olarak kutlamak.
2- Halktan kopmak ve yeni bir nomenklatura yaratmak.
3- Yolsuzlukla mücadele etmek yerine yolsuzluk batağına batmak.
4- İyi niyetli üyeleri ve insanları küstürmek ve partiden uzak tutmak.
5- Ayırımcılık ve haksızlığa karşı çıkanlar üzerinde baskı kurmak, işten atmak, attırmak.
6- 1984-85 yıllarında isim değişikliği esnasında özellikle Rodoplarda, kayıtları yakılan araziler (ormanlar) konusunda herhangi bir işlem yapmamak ve böylece ekonomik sebepli göçe yol açmak.
1- 21 Ekim’i 1998’de Kırcaali’nin kurtuluş günü olarak kabul ederek, bu günü her yıl Kırcaali’nin Türklerden kurtuluş günü olarak kutlamak.
2- Halktan kopmak ve yeni bir nomenklatura yaratmak.
3- Yolsuzlukla mücadele etmek yerine yolsuzluk batağına batmak.
4- İyi niyetli üyeleri ve insanları küstürmek ve partiden uzak tutmak.
5- Ayırımcılık ve haksızlığa karşı çıkanlar üzerinde baskı kurmak, işten atmak, attırmak.
6- 1984-85 yıllarında isim değişikliği esnasında özellikle Rodoplarda, kayıtları yakılan araziler (ormanlar) konusunda herhangi bir işlem yapmamak ve böylece ekonomik sebepli göçe yol açmak.
HÖH’ün Yapmadıkları ya da Yapamadıkları:
1- Türkçe eğitim
2- Türk kültürünün yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılması
(Son zamanlarda yaşanan ve yaygın hale getirilen ekmek ve baharatla, ekmek ve balla misafir karşılama örneğinde olduğu üzere. Hâlbuki bu, Hıristiyan Ortodoks Slav kültürü olan “ekmek ve tuz” ile misafir karşılamanın bir yan ürünü olarak 1950’lelerden sonra Türklerin yaşamına, kamusal yaşamın bir yansıması olarak sokulmuş durumda. Ekmek ve Tuz tepki alacağından propaganda tekniği açısından ekmek ve baharat, ekmek ve bal öne çıkarılmış.)
3- Türkçe basın yayın,
4- Türklere yönelik ırkçı, ayrımcı ve baskıcı uygulamalar
(Kırcaali’de Saat kulesinden her saat başı yayınlanan Türkleri aşağılayan şarkıların müziklerinin yayınlanması konusunda adım atmamak. Oysa bu, hem Türk-Bulgar hem de Türkiye-Bulgaristan ilişkilerine zarar veren ırkçı, faşist bir yaklaşım ve çağımızda böyle yaklaşımlara izin vermemek gerekiyor.)
5- Irkçı tarih anlayışına karşı durma
(Özellikle Türklerin yaşadığı bölgelerdeki okullara ve kasabalara Osmanlı egemenliğine karşı savaşmış ve Türklerin katliamında yer almış olan ve/veya buna doğrudan ve dolaylı olarak destek vermiş bulanan Hristo Botev, Benkovski, Vasil Levski, İvan Vazo gibi kişilerin isimlerin kaldırılması konusunda adım atmamak. Oysa bu okullara veya kasabalara Türk Bulgar ilişkilerinde barış ve dostluk adına önemli adımlar atmış olan Aleksandır Skamboliyski gibi kişilerin ismi verilebilir.)
sorunlarının çözümleri konularında, bahanelere yaslanıp, şekilsel ve vitrine yönelik bazı uygulamalar dışında hiçbir adım atmamıştır.
Sonuç olarak siyaset zor bir konudur. Doğal olarak bu işe soyunanların yarattığı fırsatlar kadar sorumluluklarını da yerine getirmeleri gerekiyor.
1- Türkçe eğitim
2- Türk kültürünün yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılması
(Son zamanlarda yaşanan ve yaygın hale getirilen ekmek ve baharatla, ekmek ve balla misafir karşılama örneğinde olduğu üzere. Hâlbuki bu, Hıristiyan Ortodoks Slav kültürü olan “ekmek ve tuz” ile misafir karşılamanın bir yan ürünü olarak 1950’lelerden sonra Türklerin yaşamına, kamusal yaşamın bir yansıması olarak sokulmuş durumda. Ekmek ve Tuz tepki alacağından propaganda tekniği açısından ekmek ve baharat, ekmek ve bal öne çıkarılmış.)
3- Türkçe basın yayın,
4- Türklere yönelik ırkçı, ayrımcı ve baskıcı uygulamalar
(Kırcaali’de Saat kulesinden her saat başı yayınlanan Türkleri aşağılayan şarkıların müziklerinin yayınlanması konusunda adım atmamak. Oysa bu, hem Türk-Bulgar hem de Türkiye-Bulgaristan ilişkilerine zarar veren ırkçı, faşist bir yaklaşım ve çağımızda böyle yaklaşımlara izin vermemek gerekiyor.)
5- Irkçı tarih anlayışına karşı durma
(Özellikle Türklerin yaşadığı bölgelerdeki okullara ve kasabalara Osmanlı egemenliğine karşı savaşmış ve Türklerin katliamında yer almış olan ve/veya buna doğrudan ve dolaylı olarak destek vermiş bulanan Hristo Botev, Benkovski, Vasil Levski, İvan Vazo gibi kişilerin isimlerin kaldırılması konusunda adım atmamak. Oysa bu okullara veya kasabalara Türk Bulgar ilişkilerinde barış ve dostluk adına önemli adımlar atmış olan Aleksandır Skamboliyski gibi kişilerin ismi verilebilir.)
sorunlarının çözümleri konularında, bahanelere yaslanıp, şekilsel ve vitrine yönelik bazı uygulamalar dışında hiçbir adım atmamıştır.
Sonuç olarak siyaset zor bir konudur. Doğal olarak bu işe soyunanların yarattığı fırsatlar kadar sorumluluklarını da yerine getirmeleri gerekiyor.