"İslamofobi, aklı başında akademisyenlerce küresel çapta, geniş bir şekilde tartışılmakta ve haklı olarak da kınanmakta. İslamofobinin karanlık gölgesinde ise çürüyüp kokmakta ve giderek yükselmekte olan bir "Türkofobi" bulunuyor. Türkofobi bugünlerde bütün Avrupa ve Amerika'da giderek daha bir genelgeçer hale geliyor. Türkiye'nin son 15 senede kaydettiği muazzam ekonomik büyümesi ve bağımsız küresel bir aktör olarak ortaya çıkması, mevcut jeopolitik statüko ile kendisini güvende hisseden Batılı hassasiyetleri kesinlikle çok ciddi şekilde tedirgin etti. Son zamanlarda bazı batılı akademisyenler, yanlış bir şekilde, Türkiye'nin Bosna, Makedonya, Sırbistan ve Kosova'daki varlığının, AK Parti hükumetinin, İslamcılığı Balkanlarda bir ideoloji olarak, pek de gizli olmayan bir gayretle yayma çabasını temsil ettiğini iddia ediyorlar. İslami idare konusunda yazma bir esere dair çalışmasını bitirmek üzere olan biri olarak belirtmek istediğim ilk husus, Türk siyasetinin "İslamcılık"ın tahakkümü altında olduğunu ve Türkiye'nin, hayırseverlik bilinciyle gerçekleştirdiği kültürel etkileşim gayretleri ve yatırımları ile İslamcılığı bir ideoloji olarak ihraç ettiğini iddia eden analizlerin, sahtekarca bir korku tellallığı olmaktan öte pek bir anlam ifade etmediğidir. Türkiye Balkanlarda uzun sürmüş ve zengin bir mirasa sahiptir. Geçen yaz Prizren'deydim. Hiç şüphesiz ki Osmanlı geçmişine derinden bağlı bulunan sımsıcak ve büyüleyici bir şehir Prizren. Tanıştığım insanlar şimdiki Türk hükümetinin gayretlerine yönelik derin takdir hislerini ifade ettiler; Türk kültürüyle alakalı da çok daha derin bir minnettarlık gösterdiler. Türkçe, Prizren ahalisince yaygın bir şekilde kullanılıyor ve şehrin mimari tarzı ve kafeleri su götürmez derecede Osmanlı. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Ekim 2013'te bu tabii bölgesel müttefikiyle olan dayanışmasını pekiştiren bir konuşmayı, hususen Osmanlı'nın bu tarihi şehrinde yapması ise son derece anlamlı. Türkiye'nin Balkanlara son zamanlarda yaptığı yatırımlar gerçekten muazzam derecede ve bu yardımı ihtiyaç duyduğu alanlarda kullanabilecek olan geleneksel müttefikleriyle yeniden ortak ilişkiler kurmaya yönelik asil bir gayreti temsil ediyor. 2011 senesinde Prof. Dr. Mesut İdriz, Türkiye'nin bölgedeki yatırımlarına dikkat çekmişti: " Turkcell telekomünikasyon şirketiyle Türkiye, Telekom Srbija'nın büyük hissedarı olmayı başarmıştır; meşhur Türk inşaat firmaları Sırbistan'ın Belgrad'ıyla Karadağ'ın Bar'ını birbirine bağlayacak 445 km'lik bir otoyol inşaatı ihalesini almayı başardılar; iki ülke arasında bir Serbest Ticaret Anlaşması (STA) imzalandı; hatta Türklerin Sırbistan'ın ulusal havayolu şirketi olan JAT'ı satın alacaklarına dair bazı konuşmalar olmuştu. Türkiye uzun bir süredir Bulgaristan, Sırbistan, Bosna, Arnavutluk ve Makedonya'da bankacılık sektöründe varlık gösteriyor. Mesela Ziraat Bankası ve (Halk Bank'ın kardeş kuruluşu) IK Bank Makedonya'daki köklü bankacılık sistemlerinden; TEB ( Türk Ekonomi Bankası) ise şimdiden Kosova bankacılık sektörünün en büyük oyuncularından biri haline geldi." Bu yatırımlar hem Türkiye'ye hem de Balkanlardaki ortaklarına büyük faydalar sağladı. 2015, Bosna-Türkiye kültürel değişimi açısından özellikle bereketli bir sene oldu. Türkiye Saraybosna'nın toplu taşıma kuruluşu GRAS'a, çok ihtiyaç duyulan 5 adet tramvay hibe etti. Türk yardımları ayrıca Saraybosna'nın tarihi Başçarşı bölgesinde dağılıp parçalanmaya başlayan sokakların yenilenmesinde ve Saraybosna'daki en eski Türk hamamı olan İsa-Beg Hamamı'nın restore edilmesinde büyük rol oynadı. Türkiye bunlara ek olarak, ilk defa 15. yüzyılda Gazi İsakovic İsabey tarafından inşa edilmiş ve 1992-1995 yıllarındaki Bosna Savaşı'nda büyük tahribata uğramış olan Hünkar Camii'nin ( Fatih Sultan Mehmet Camii) yeniden inşa edilmesi için gereken desteği sağladı. Bu övgüye değer kentsel yenilenme ve kültürel restorasyon projeleri nasıl olur da İslamcılığı yayma gayretleri olarak görülebilir? Türkiye bunların yerine, bölgedeki McDonald'sları yenilemeyi teklif etmiş olsaydı bu, Türkiye'nin aleyhinde atıp tutanlarca daha makul bir şey olarak mı görülecekti acaba? Bu yatırımlardan herhangi birinin, bir şekilde "gizliden gizliye getirilen bir şeriatı" veya Türkiye'nin Balkanları İslamlaştırma gayretlerini temsil ettiğini iddia etmek son derece ikiyüzlülüktür. Türkiye'nin, Kosova'daki yatırımları vasıtasıyla kendi çıkarlarını maksimum seviyeye çıkartmaya çalıştığı, son zamanlarda dillendirilen bir iddia. Peki, bunun neresi yanlış? Hangi devlet, bugün ticari faaliyetleri ve dış politikasıyla kendi ulusal çıkarlarını genişletmek arzusunda değil? Bosna ve Kosova'daki son 20 senelik Amerikan varlığının tamamen karşılıksız olduğuna samimi bir şekilde kim inanabilir? Aynı insanlar 1999'da Amerika'nın kendisi için 7 bin kişilik, 300 konutluk, helikopter pisti, spor salonları, oyun alanları ve hatta bir alışveriş merkezine sahip bir kışla olan Camp Bondsteel'i inşa ettiğini bilmiyorlar mı? Bunun soyut bir özgürlük kavramı ve kendi geleceğini belirleme adına yapılmış olduğuna gerçekten inanan var mı?Geçen yaz Priştine'da ders verirken, özellikle parlak bir öğrencime, Kosovalı gençlerin Amerika hakkında gerçekten ne düşündüğünü sordum. Verdiği cevap, halihazırda şüphelendiğim şeyi tasdik etti. Öğrencim, Kosovalıların genel olarak Bill Clinton ve Amerikan kültürünü sevdiğinden bahsetti. Ama Amerikan yardımını da pek sevdiklerini söyledi. Öğrencim, Amerikan yardımı kesildiği anda Kosovalı gençlerin Amerika'ya duyduğu yapay sevginin de biteceğini söyledi. Diğer yandan Müslüman dünyasında yaptığım seyahatlerde edindiğim kendi tecrübelerime dayanarak diyebilirim ki Kosova, şimdiye kadar gördüğüm Müslüman nüfusun çoğunluk olduğu ülkeler arasında kesinlikle en seküler olanı. Hanefi, Sufi veya Türk nüfuzuyla şekillenmiş dini kurumlar ve vakıfların sayesinde, Kosovalılar orantısız sayılarda DAEŞ'e katılmıyor. Bu Hanefi-Sufi-Türk yorumu, bu arada, çoğunlukla Vahhabilik adı altında sınıflandırılan DAEŞ ve El-Kaide gibi grupların hakiki ideolojik altyapısını oluşturan ideolojinin içine yerleşik değil. Türkiye'nin dini nüfuzu, tam tersine, İslam'ın, Bosna ve Kosova'ya yabancı olan bu radikal yorumlarına yönelik değerli bir kontrol unsuru olarak fonksiyon görüyor. Kosova'dan (ve hatta Bosna'dan) insanlar, fakirlik ve bütün Balkanlardaki en işlevsiz kemikleşmiş siyasi kurumlar yüzünden DAEŞ'e katılıyorlar. Radikalleşmenin arkasındaki itici gücün ideoloji değil yoksulluk olduğunu gösteren çok sayıda ve mükerrer araştırma var. Geçen yaz Priştina'da ders verirken öğrencilerim bana, Amerikan yardımının dağıtılma tarzının, bir bağımlılık ve tabiyet kısır döngüsüne yol açtığını net bir şekilde ifade ettiler. En basit iç meselelere dair kararların dahi çoğunlukla evvela Priştina'daki devasa Amerikan Büyükelçilik misyonunun araştırmasından geçmesi gerekiyor. Bu Amerikan misyonu birçok açıdan Kosova'nın ulusal hükumetinin amiri gibi davranmakta. Sonuç olarak ben, Türkiye'nin Balkanlardaki girişimlerinin şiddet temelli bir İslamcılık veya radikalliği körüklediğine inanmıyorum; hatta radikalliğin sebeplerine dair daha büyük bir sorumluluğu, Amerika'nın Kosova'daki yerel-organik kurumsal gelişimi geride bıraktığımız 15 sene boyunca bastırıp boğmasına yüklerdim. Amerika'nın Kosova'da şimdiye kadar gösterdiği çabaların, başarısız siyasi kurumlar, çöken bir ekonomi ve yaygın yolsuzluk olduğu görüldü. Bu kurumsal ve ekonomik başarısızlıklar, Kosova toplumunun belli kesimlerinin radikalleşmesindeki asıl sebeptir; Türkiye'nin kültürel ve dini ilişkileri güçlendirirken gerçekleştirmeye gayret ettiği anlamlı altyapı projeleri ise kesinlikle böyle bir radikalleşmenin sebebi değildir. Türk vakıflarının ve eğitim kurumlarının yaptığı şey, bilakis, yabancı Vahhabi ideolojilerine yönelik çok önemli bir kontrol unsuru olmaktır."
Ömer Mansur Çolakoğlu