Bizim Mehmet Türker

18 Aralık 2016 Pazar |

"Ufuklardan inen akşamlar ölü 
Kavaklar bir öykü fısıldar sessiz 
Burada binlerce ceset gömülü 
Belene bir mezar mı esrarengiz? "

"Belene Adası" başlıklı kitabına, Ömer Osman Erendoruk'un yukarıdaki dizeleriyle başlamıştı Mehmet Türker. Ben de zaten merhum Erendoruk'u araştırırken yayınevinin telefonunu vermesi sonucu tanıştım kendisi ile. 
Kağıthane'de oturuyordu o zaman. ( Sonradan köyünde cami yapılması için sattı bu evini.) Gelemeyeceğimi öğrenince ertesi gün kalkıp kendisi teşrif etti. Merhum Ömer Osman Erendoruk'un ve Nuri Adalı'nın kitaplarını getirmişti bana. Öyle kibar bir insan ki  iki kahramanımızı anlatırken kendi çektiği çilelerden bahsetmedi bile. Oysa Belene'de aynı işkencelere kendisi de maruz kalmıştı. Sözcü gazetesindeki adaşı dünkü (17/12/2016) yazısında, "Belene Kampı diye kitap yazmışım falan filan…" cümlesi ile küçümsediği kitapta yazmıştı tüm yaşananları.  
Köşe yazarları artık gazetelerdeki alanları birer idam sehpası niyetine kullanıyor. Alıntıladığım cümlesinde de gördüğünüz gibi Sözcü gazetesi köşe yazarı Mehmet Türker'de adaşından bahsederken aynı bir cellat edası ile davranmış. Bir hor görme ki örneğine zor rastlarsınız. Meğer kööşe yazarının kendisi, 
-Bu topraklarda doğup büyüyen ,
-54 yıl boşuna gazeteci ve yönetici,
-  Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Türkiye Gazeteciler Sendikası'ndan ödüller alan, 
-2015 Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü'ne layık görülen,
Fenerbahçe Kulübü'nün eski yelkencisi iken , 
"1989 yılında Türkiye'ye gelmiş, 1950 Kırcaali doğumlu Türk asıllı Bulgar göçmeni gazeteci (?) yazar" da kimmiş(!) 
Aslında Vikipedi'de, "Türk asıllı Bulgaristan göçmeni gazeteci yazar" ibaresi bulunuyor ama meşhur köşe yazarımız(!) Jivkov rejimini baz alırcasına değişiklikte bulunmuş.

Ben Şumnuluyum. Şehrimizde bulunan Tombul camisini yaptıran Şerif Halil Paşa'nın hikayesini çoğunuz bilirsiniz:
 
Eski zamanların birinde bir köyde bir baba bir gün oğluna bir sebepten dolayı çok kızar ve 'Senden adam olmaz' diyerek azarlar.  Bu söze çok kırılan çocuk dönemin ilim ve kültür merkezi olan İstanbul'a gider, uzun bir ilim tahsilinden sonra paşa (vali) olur. Dönemin idaresi tarafından Şumnu'ya tayin olunur. Paşa Şumnu'ya gelir gelmez askerlerine babasını alıp getirmelerini emreder. Askerler Paşa'nın yaşlı babasını apar topar getirip Paşa'nın huzuruna çıkarırlar. Paşa babasına kendisini tanıyıp tanımadığını sorar. Baba ise tanıdığını söyler. 
Paşa: "Sen bana küçükken çok kızmış ve senden adam olmaz demiştin. Bak ben okudum ve paşa oldum" der. 
Baba ise oğluna, "Ben sana paşa olamazsın demedim, adam olamazsın dedim. Sen yine de adam olamamışsın. Eğer adam olsaydın yaşlı babanı ayağına getirtmez kendin babanın yanına gelirdin" sözleri ile cevap verir. 

Bu hikayeden yola çıkarsak Sözcü gazetesi köşe yazarı Mehmet Türker yukarıda saymış olduğu tüm özelliklere sahip olurken insanlığı unuttuğu kanaatine varabiliriz. Şu yazı yazılmamış olsa dahi Bulgaristan göçmeni yazar Mehmet Türker, gerek öğretmen olarak insanlığa sağladığı fayda ile, gerek kitapları ile ("Zülmün Ateş Çemberi: Belene",  "Gölgedeki Kahraman","Kalem Kılıçlaşınca","Bozgun Zamanı","Hazanda Son Yolculuğu" ,"Bozgundan Sonra" , "Vatan yasak Özgürlük Uzak" ,"Beyaz Ölüm" ) , gerekse de İNSANLIĞI ile adaşından çok daha üst bir mertebededir.  Ve adaşı da az buçuk yürek taşıyorsa kendisine bu hakkı teslim etmek zorundadır!

Erdinç TEKER