İsmail Bekir Ağlagül'ün Bulgarca'ya çevirdiği MATRUŞKA adlı oyunumun “Russe (Rusçuk) Dram Tiyatrosu” nda yapılacak olan galasına katılmak üzere özel bir otobüs Şirketi'yle İstanbul Otogarı'ndan yola çıktığımda saat 19.45'ti.
(Bu arada Matruşka'nın dört yıl kadar önce gene Bulgaristan'da Silistra Devlet Tiyatrosu'nda sahnelendiğini de belirtmeliyim bu arada..)
Rusçuk'a sabah saatlerinde varıldı…
Beni Tiyatronun Müdür Yardımcısı sıcakkanlı Krum Gergisov ile çevirmen Neli Akal adlı bayan karşıladı… Krum'la Trabzon'da tanışmıştık üç yıl kadar önce… Neli sarışın, hoş bir kadın… Türk asıllı… Krum, Tiyatronun genel sanat yönetmeni Plamen Panev'in Kültür Bakanı ile yapacağı bir görüşme için Sofya'ya gitmek zorunda kaldığını, bu nedenle de benden özür dilediğini, ama Rusçuk'ta bulunduğum süre içinde geri dönüp benimle de görüşmek istediğini duyurdu…
Önce Tiyatroya gittik… Rusçuk Dram Tiyatrosu l02 yıllık bir geçmişe sahip… İki salonları var… Küçük sahne 300 kişilik koltuğa sahip… 700 Kişilik koltuk sayısına sahip olan büyük salon ise Aralık ayında yapılacak açılışa yetiştirilmek için hazırlanıyor… Büyük salonda opera, bale ve büyük yapımlar gerçekleştirilecek…
Rusçuk Dram Tiyatrosu'nun yeni genel sanat yönetmeni Plamen Panev 6 ay kadar önce atanmış… Panev Bulgaristan'ın en önemli rejisörlerinden biri… Zaten Sofya'dan buraya gelmesinin nedeni de tiyatronun ulusal ve uluslararası bağlamda atak yapmasını sağlamak içinmiş…
Rusçuk Dram Tiyatrosu'nda bugüne kadar bir kez bir Türk yazarın Aziz Nesin'in “Hadi Öldürsene Canikom” adlı oyunu sergilenmiş yıllar önce… Yani ikinci Türk yazar ben olacakmışım… Kuşkusuz bu durum beni oldukça onurlandırdı… Hele hele Aziz Nesin ustadan sonra oynanacak yazar olmam beni oldukça mutlu etti…
Biz basın toplantısının yapılacağı saate kadar kahvelerimizi içerek söyleşirken benim çok eski dostum Balkanart'ın genel başkan yardımcısı Bojidar Manev girdi içeriye… Manev Türkiye Bulgaristan kültür ilişkisinin gelişmesinde ve bugünlere gelmesinde büyük katkısı olan biri..
Uzun uzun sarılıp hasret giderdik Manev'le… Murat Karasu' dan, Lemi Bilgin'den söz etti… Nasıl olduklarını sordu..
Daha sonra gazetecilerin ve televizyoncuların da hazır bulunduğu , oyunun sahneleneceği salona indik…
Oyunun rejisörü 40 yaşlarında Ventislav Asenov oldukça sıcak karşıladı bizi…
Asenov, Matruşka'nın kendisinde ayrı ve özel bir yer taşıdığını, teyzesinin yaşadıklarıyla örtüşen bir oyun olması nedeniyle Matruşka'yı özenle sahnelediğini anlattı…
Sonra oyunun adını “Yudum Yudum Aşk” olarak değiştirdiğini ekledi. Bunun nedeninin de Bulgar Televizyonunda Matruşka adıyla fahişelerin yaşamıyla ilgili bir dizi gösterildiğini, bir karışıklığa neden olmamak için zorunlu bir isim değişikliği yapmak zorunda kaldıklarını anlattı…
Asenov bu konuda oldukça tedirgindi… Bunun doğal olduğunu söyleyerek Asenov'u rahatlatmak da bana düştü…
Basın toplantısı oyundan on dakikalık bir bölümün sahnelenmesiyle başladı…
Sonra Krum benim biyografimi okudu…
Ardından da kısa bir konuşma yaptım…
Ve sorular, sorular…
Nobel Edebiyat Ödülü'nün Orhan Pamuk'a verilmesini nasıl karşıladığım soruldu. Çok ayrıntıya girmeden:
“Sevindirici… Ancak bu ödülün Nazım Hikmet ya da Aziz Nesin'e verilmesini isterdim yaşadıkları günlerde… Kaldı ki yaşayan yazarlarımızdan Yaşar Kemal, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Vedat Türkali ya da Ataol Behramoğlu'nun almış olması beni daha çok mutlu ederdi…” dedim…
Tiyatro binasının altındaki dükkanlar/mekanlar tiyatro tarafından kiraya verilmiş.. Birbirinden güzel Cafe'ler hizmet veriyor buralarda… Dükkan kiralarını alan tiyatro yönetimi bu geliri bütçesine ekliyor ve bunu da sanatsal etkinliklerde kullanıyor… Güzel bir yöntem… Öğle yemeğini bu Cafe'lerden birinde yiyoruz.. Çünkü yaptıkları anlaşma gereği konukların yemeğini böylece karşılıyorlar…
Daha sonra Belediye Konukevi'ne götürüyorlar beni… Oldukça büyük bir daire burası… Tiyatroya çok yakın bir binanın altıncı katı…Burada konaklayacağım..
Öğleden sonra saat l5.30'da Gabrova 'dan oyunu izlemek üzere gelen Çorum'lu çocukluk arkadaşım işadamı Mehmet Samsunlu, Nikolay adında bir Bulgar arkadaşıyla beni almaya geliyorlar… Yanlarında Güneş Türk Kültür Derneği Başkanı Mecbure Efraimova var… Mecbure Hanım benim İstanbul Bulgaristan Konsolosluğu'ndaki vize işimdeki gecikmeyi ta buralardan önlemeyi başarmış ve buraya gelmemi sağlamıştı… Anlayacağınız oldukça becerikli bir kadın… Öğretmen… Bir süre politikaya da atılmış ve bir beldenin belediye başkanlığını yapmış…
Birlikte beni Tuna kıyısındaki çok büyük otelin restoranına götürüyorlar… Tuna'yı izleyerek yemeklerimizi yiyoruz… Mehmet ve Nikolay oyunu izledikten sonra hemen yola çıkıp Gabrova'ya dönecekler… Sevgili Mehmet'in işyeri Gabrova'da çünkü… Ve katılmak zorunda oldukları bir toplantı varmış…
Bu arada Gabrova'nın gülmece öykü yarışması ile ünlü olduğunu ve bu ödülü Aziz Nesin'in iki kez aldığını hatırlatayım…
Kaldığım yere dönüyoruz ve benim giysilerimi değiştirmemi bekliyorlar alttaki Cafe'de…
Matruska'nın galası oldukça görkemli oluyor…
Rejisör Ventislav Asenov'un çalışması gerçekten etkileyici… Asenov çağdaş tekniklerin hepsini kullanmış… Slaytlar yerinde ve oyun metnine hızı kesmeden katkı sağlıyor… İki sevgilinin bir takside yakınlaşmaları ise gerçekten etkileyici… Müzikler, dekor tasarımı, danslar mükemmel… Türk asıllı Kadri Habil ve Kadını oynayan Evgeniya Yavaşeva, Krum Berkov ile diğer kadını oynayan Silviya Terziyeva oldukça başarılı…
Alkışlar kesilmiyor… Beni sahneye çıkartıyorlar… Kısa bir konuşma yapıyorum:
“Bulgar tiyatro yazarları çok önemlidir… Stratief, Tsanev, Vazov ve diğerleri bizde de sıklıkla sahnelenen yazarlar… Bulgaristan bizim için önemli bir ülke… Özellikle Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk için… Mustafa Kemal Askeri Ataşe olarak görevli iken ilk kez operayı Sofya'da izliyor ve çok etkileniyor… Ondan sonra da Bulgarların önemli bir halk olduğunu söylüyor her yerde… Önderimizin vasiyeti Türkiye ile Bulgaristan'ın ilişkilerinin hep gelişmesi yönünde… Siz de bizim gibi büyük bir halksınız… İlişkilerimizi geliştirelim… Bu sizin de bizim de lehimizedir… Balkanlardaki istikrarı böyle sağlayabiliriz…“
Konuşmam büyük alkış alıyor…
Sonra kokteylin yapılacağı Kültür Merkezine geçiyoruz…
Mehmet ile Nikolay oyunu çok beğendiklerini söyleyip vedalaşıyorlar benimle…
Ertesi gün öğleye doğru Mecbure Efraimova beni alıyor… Rusçuk'u dolaşıyoruz..
“Sofya Bulgaristan'ın başkenti, Rusçuk ise Avrupa'nın” diyor Mecbure Efraimova… Beni Mithat Paşa'nın şimdi müze olan evine götürüyor…
Oldukça etkileniyorum…
MİTHAT PAŞA
Mithat Paşa l864 yılının 5 Ekim'inde Tuna Vilayetinin Valisi olarak atanmıştır… Rusçuk, Tuna'nın başkentidir… 24 Şubat l868 yılına kadar görev yapmıştır burada… Rusçuk'un Avrupa kenti olması onun zamanında gerçekleşmiştir…
Kentin bütün kaldırımlarını Mithat Paşa döşetmiştir… İlk sokak fenerleri de onun zamanında Viyana'dan getirtilerek kentin aydınlatılmasında kullanılmıştır… Kentin ilk su kanalizasyonu, ilk kitapçı dükkanı, Osmanlıların Avrupa topraklarındaki ilk matbaasında Tuna Gazetesi'nin çıkartılması da Mithat Paşa'nın eseridir..Gene onun döneminde ilk hastane, buharlı değirmen, vagon fabrikası, tekstil fabrikası, sigorta şirketi, meslek okulu ve 3 devlet fırını açılmıştır. Viyana stilinde Gülşen ve Islahane Otelleri de Mithat Paşa'nın eseridir…
En önemli hizmetlerinden biri de Bulgaristan'daki ilk demiryolunun da (Rusçuk-Varna) onun gözetiminde gerçekleştirilmesidir.
Sayısız hizmetleri arasında kentin doğusunda bir örnek çiftlik ve Tarım Okulu'nun kurulması da gelir…
Gene onun döneminde Rusçuk'ta Fransa, Prusya, Rusya, İngiltere, İtalya, Yunanistan Konsoloslukları ile Almanya, İspanya, Belçika ve Hollanda fahri Konsoloslukları da açılmıştır.
Bayan Efraimova Mithat Paşa'nın Bulgarlar tarafından da çok sevildiğini anlatıyor… “Peki öyleyse neden bir heykeli yok?” dediğimde ise “o kadar gelişmiş bir hoşgörüye ulaşılamadı henüz..” diyor…
Sokakları, caddeleri geziyoruz…
Nüfusu yüzbinlere düşmüş bu kentin gerçekten de Avrupa Başkenti olduğunu görüyoruz… Tek eksiğinin ise olağanüstü güzel yapıların boyanmamış olduğundan kaynaklandığını görebiliyoruz.
Bu arada l98l Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Elias Canetti'nin Rusçuk doğumlu olduğunu öğreniyoruz. Nitekim yaşadığı evin duvarına simgesel bir yontu da yerleştirilmiş..
Tiyatronun genel sanat yönetmeni Plamen Panev'le nihayet tanışıyoruz…
Sofya'dan döner dönmez beni aldırıyor…
Panev 45-50 yaşlarında, yeşil gözlü, uzunca boylu yakışıklı bir adam…
Daha önce Tiyatro çalışanlarından öğrendiğime göre oldukça disiplinli bir adam…
Türk Devlet Tiyatrolarından; Antalya Devlet Tiyatrosu'nda bir Bulgar oyunu koymak üzere bir davet aldığını, ancak yeni görevi nedeniyle bu daveti değerlendiremeyeceğini söylüyor…
Ben de buradaki işleri yoluna koyduktan sonra gidip Devlet Tiyatrolarımızda bir oyun sahnelemesinin gerçekten de yararlı olacağını duyuruyorum kendisine… Türk oyuncuların yetenek ve olgunluk bağlamında Dünya oyuncuları olduğunu, özellikle yabancı rejisörlerin Türk oyuncularla çalışmasının oldukça verimli sonuçlar doğurduğunu dilimin döndüğünce anlatmaya çalışıyorum…
Türk Edebiyatını tanıyıp tanımadığı soruma Nazım Hikmet ve Aziz Nesin diye yanıt veriyor… Panev'e Yaşar Kemal, Vedat Türkali, Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Ataol Behramoğlu ve başkaca şair ve yazarlarımızdan da söz ediyorum… Tanımıyor onları…
Demek ki Bulgaristan'da gerçek yazarlarımızın tanıtılması gerek…
Panev batılı yazarları değil genellikle Rus yazarları beğendiğini söylüyor… Gogol, Çehov, Dostoyevski vazgeçemediği yazarlarmış… Gorki'yi soruyorum, hayır diyor… O zaman bizim yazarlarımızı kesinlikle beğeneceğini duyuruyorum kendisine… Rusya'da yaygın olarak oyunlarımın sahnelendiğini duyunca da diğer oyunlarımı mutlaka okumak istediğini söylüyor…
Rusça çevirilerini vereceğimi duyuruyorum…
Matruşka'yı zaten beğendiğini, diğer oyunlarımı da okuyacağını ve Bulgaristan'da sahnelemekten mutluluk duyacağını belirtiyor…Yeni yazarlar keşfetmekten büyük tat aldığını da ekliyor sözlerine… Buna örnek olarak da Rus oyun yazarı Venedikt Eroffeev 'i gösteriyor… Veenedikt'i hemen araştıracağımı ve ülkemizde tanıtılmasını sağlayacağımı söylüyorum kendisine… Bu sıcak ve içten insanla hemen kaynaştığımızı hissediyorum…
Ayrılırken sıkı sıkı sarılıyoruz birbirimize…
Beni yolcu etmeye gelen Bojidar ve Panev'le tiyatronun önünde oldukça duygusal bir şekilde vedalaşıyoruz.. Krum ve Neli ise Otogara kadar gelip uğurluyorlar beni… Kuşkusuz gözlerimiz nemleniyor…
İyi ki oyunlarım bir çok ülkede sahneleniyor da bu tür insanları tanıma fırsatı doğuyor bana diye gururlanıyorum bir an… Otobüs biraz ilerlediğinde de kendi ülkemde son iki yılda yazar olarak yaşadıklarım aklıma geliyor ve bu sevincim yerini burukluğa bırakıyor…
İyi ki oyunlarım bir çok ülkede sahneleniyor da bu tür insanları tanıma fırsatı doğuyor bana diye gururlanıyorum bir an… Otobüs biraz ilerlediğinde de kendi ülkemde son iki yılda yazar olarak yaşadıklarım aklıma geliyor ve bu sevincim yerini burukluğa bırakıyor…
Tuncer Cücenoğlu