Popüler Yayınlar

Bu Blogda Ara

Blogger tarafından desteklenmektedir.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞINDA KADRO İNDİRİMİ

31 Ocak 2012 Salı |

1 Şubat itibariyle Bulgaristan İçişleri Bakanlığında 3 bin kadronun kaldırılacağı açıklandı. İçişleri Bakanı Tsvetan Tsevatanov, bugünkü meclis oturumunda bakanlıktaki reformların gidişatı hakkındaki konuşması sırasında, sözkonusu kadro indirimiyle bakanlık bünyasindeki sayının 55 bin 170’e düşeceğini belirtti.

Tsvetanov, İçişleri Bakanlığı Kanununda yapılan değişiklik sonucunda ilk defa Bakanlıktaki kadro sayısının kamuoyuna duyurulabildiğini kaydetti.

AJANS BG
Ocak 31, 2012 | 0 yorum |

Irkçı tezahüratların medyaya yansıması


Bulgaristan’ın İngiltere karşısında 3-0 yenildiği maçta Bulgar taraftarlar ırkçı tezahüratlar yapmış tribünlerde meşale yakıp sahaya atmışlardı. Özellikle de Bulgar taraftarların iki koyu tenli misafir oyuncuyu hedef alan aşağılayıcı şarkıları kulağa geliyordu. Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) 2 Eylül'de Sofya’da oynanan maçta Bulgar taraftarların ırkçı tezahüratları ve tribünlerde meşale yakıp sahaya atmaları nedeniyle geçtiğimiz ay Bulgaristan Futbol Federasyonu’nu 40 bin euro para cezasına çarptırmıştı.

Argo değil ırkçı

Bulgar taraftarların bu sıklıkla görülen ırkçı tavrı Bulgar medyasına da yansıyor. Ülkenin en büyük spor gazetelerinden “7 Gün Spor” (7 Dni Sport), geçtiğimiz hafta Birinci Futbol Ligi’nde oynayacak yeni oyunculara dair bir haber yayınladı. Haberin başlığı “ZSKA Sofia’ya katılan yeni oyuncular: Bir İtalyan, bir İsveçli ve iki zenci” şeklindeydi. Bulgar Helsinki Komitesi Başkanı Krassimir Kanev başlıkta kullanılan ‘zenci (Nigger)' ifadesini eleştiriyor. Kanev, bunun ırkçı kaynaklı bir aşağılama olduğunu, başlığın küçümseme, nefret ve hoşgörüsüzlüğü teşvik ettiğini belirtiyor.

İki koyu tenli oyuncuya ‘zenci' denmesine tepki gösteren “Bulgar Helsinki Komitesi” gazeteye başlığı ırkçı, saçma ve anlamsız bulduğuna dair yazı gönderdi. İnsan hakları organizasyonlarına da binlerce şikayet yağdı. Helsinki Komitesi gazetenin internet versiyonunda başlığın kaldırılmasını ve özür dilenmesini talep etti. Ancak 7 Gün Spor gazetesinin Yazı İşleri Müdürü Juliy Moskov tüm eleştirileri reddetti. Moskov, zenci kelimesinin argo kaçmış olabileceğini söyledi ama kesinlikle ırkçı bir kelime olmadığını savundu.

Dava açılmalı

Bulgar Helsinki Komitesi Başkanı Krassimir Kanev aksi görüşte: "Söz konusu Kamerun ve Malili iki Afrikalı oyuncuya ‘Zenci’ demek insan onuru ve haklarına saygı duyulan demokratik bir toplumda düşünülemez. İnsanlara daha ayağını bile Bulgar topraklarına basmadan ‘Hoş geldiniz’ demenin yolu bu mu olmalı?”

Bulgar Helsinki Komitesi Başkanı Krassimir Kanev ayrımcılıkla mücadele yasalarının da ihlal edildiği görüşünde. Krassimir Kanev gazetenin özür dilememesi halinde yazı işleri müdürü ve muhabirlerin “Ayrımcılığa Karşı Koruma Komisyonu”na hesap vermesi gerektiğini belirtiyor. “Avrupa Gazeteciler Birliği” Bulgar Temsilciliği de başlığın gazetecilik ahlâkına uymamakla kalmayıp başka ırklara duyulan nefreti tetiklediği, aşağılayıcı olduğunu söylüyor. Gazeteciler Birliği savcılığın konuyu incelemesini talep etti. Bulgar Helsinki Komitesi Başkanı Krassimir Kanev: "Savcılığın nasıl tepki vereceğini bilmiyorum. Ben bu konuda biraz kuşkuluyum. Çünkü savcılık bu tür ihlâllerin takibinde, cezalandırılmasında biraz tecrübesiz. Ayrıca bugüne kadar savcılıkla yaptığımız işbirliğinde edindiğimiz deneyimler olumsuz. Bu kez de pek sonuç alınabileceğine inanmıyorum.“

Haberin yazarı mağdur

Haberin yazarı gazeteci Simeon Kichukov'a da Twitter’da eleştiri yağdı. Oysa Simeon Kichukov ırkçılığı kesinlikle hoş karşılamadığını vurguluyor ve haber başlığını kendisinin atmadığını söylüyor. Haberin yazarı kendisinin en yakın arkaşlarından birinin Tanzanyalı olduğunu söylüyor ve gazetecilerin gazetenin çizgisine uymak zorunda bırakıldıklarını belirtiyor. Zaman içinde gazete haberin internetteki başlığını değiştirdi ancak internet arşivinde eski haliyle hep kalacak.

© Deutsche Welle Türkçe
Ocak 31, 2012 | 0 yorum |

Stoyan Dinkov: Osmanlı İmparatorluğu Bulgar milletini kurtardı

30 Ocak 2012 Pazartesi |


''Yeşil Bulgaristan'' partisi lideri yazar Stoyan Dinkov, aynı zamanda ünlü Bulgar şair İvan Dinkov'un oğlu. Yeni çıkan ''Osmanlı – Roma imparatorluğu, Bulgarlar ve Türkler'' adlı kitabında Atilla döneminden günümüze kadar genel Bulgaristan ve Türkiye tarihini ele alıyor. Kitabında genel kabul güren ''Türk köleliği'' tezine ters düşüyor. Müellife güre Osmanlı İmparatorluğu Roma İmparatorluğunun devamı ve Bulgar halkı etnik kimliğini koruma konusunda zor bir süreçte olduğu halde Osmanlı sayesinde etnik varlığını koruyabilmiştir. Dinkov'a göre Osmanlı sultanları zamanın Avrupa idarecilerinden daha toleranslı bir idare sürmüştür. Dinkov Bulgaristanın Türki topluluklarla çok sağlam bir ilişki kurması gerektiğinin altını çiziyor. Ona göre dünyanın geleceği birleşmekte saklı. Avrupa Birliğinden sonra Asya Birliği'nin de kurulacağına ve sonrasında Avrasya birliğinin geleceğine inanıyor.
Bulgar Gazeteci Dimitr Nikolov'un Stoyan Dinkov ile yaptığı röportajı Dünya Bülteni okurları için tercüme ettirdik...
Dimitr Nikolov: Sayın Dinkov kitabınızda Bulgaristan'ın Osmanlı idaresi altına girmesinin Bulgar milletini kurtardığını öne sürüyorsunuz. Neden bu şekilde düşünüyorsunuz?
Stoyan Dinkov: Şunu bilmemiz gerek, Bulgaristan büyük bir devletin parçasıydı. Dahası günümüzde var olan 52 devlet Osmanlı İmparatorluğunun idaresi altındaydı. Tüm bu devletler günümüzde bağımsız çağdaş birer devlettir. Bu devletler 400 ilâ 600 yıl arasında Osmanlının birer parçasıydılar ve aynı zamanda kendi inancını, yaşayış tarzını ve geleneklerini koruyabildiler. Osmanlı İmparatorluğu idaresi altında asimile edilen hiç bir millet yoktur. Osmanlı idaresi altına girip de Osmanlı devletinden dolayı etnik kökenini kaybeden millet yoktur.
Bulgaristan'ın Osmanlı idaresi altına girmesi milletimizi korumuştur, çünkü bu sırada memleketimiz çok ağır bir haldeydi. 14. asırda çok küçük topraklara sahip, güçsüz ve üçe bölünmüş bir haldeydi. Vidin Bulgaristan'ı dediğimiz parçaya Macaristan göz dikmişti. Sırbistan ve Romanya'nın da Bulgaristan'da gözleri vardı. Eğer Osmanlılar gelmeseydi tüm zayıfların başına gelen Bulgaristan'ın da başına gelecekti. Yunanistan Trakya topraklarını alacaktı. Sırbistan da bir pay alacaktı, çünkü o zamanlar onların dili bizim dilimize çok yakındı. Vidin Çarlığı da Macaristan'ın bir parçası olacaktı. Dobruca da Venediklerin idaresi altına girecekti, çünkü oranın yöneticisinin Venediklilerle çok iyi ilişkileri vardı. Bizden geriye ne kalacaktı? Hiçbir şey. Osmanlıların gelmesiyle etnik kimliğimiz tekrar sınırsız birliğine kavuştu, bu büyük Osmanlı topluluğundan  bir parça olsa da. Dobruca, Tırnova ve Vidin tekrar bir bütün oldu. Bulgarların sayısı bir buçuk milyondu. 19. asrın 60lı yılarında Bulgarlar  7 milyon civarındaydı, bu sayıya Kuzey Yunanistan'daki ve Üsküp civarındaki Bulgarlar da dahildir.
Osmanlı hakkında olumsuz algı olan kölelik tanımı nerden geliyor?
Bu Rusya'nın emelleri sonucunda gerçekleşiyor. Ulu Ekaterina zamanında Panslavizm görüşü ortaya çıkıyor. Rusya dile dayalı, etnik kökene dayalı olmayan bir temelle Slav milletlerini birleştirmeye çalışıyor. Ruslar bizi Slav sayarak bir kültürel hücum başlatıyorlar. Ana gayeleri bu toprakları ele geçirip İstanbul'a kadar varmak. Kitlesel bir propaganda başlatılıyor, güya Bulgarlar Slav ve çok çile çekiyorlar. Fakat Bulgaristan'a Rusya'dan çok akıllı adamlar gelmiş, -onlardan biri de Dostoyevskidir– o kölelerin ne şekilde yaşadığını çok farklı bir şekilde anlatmış. Ve ben ona güveniyorum.
Bulgar uyanışı bu propagandanın meyvesi mi?
Evet, Bulgar uyanışı bu propagandanın ve Matsin ideolojisinin meyvesidir. Aslında bunda kötü bir şey yok, lakin bu ideolojilerin İtalya'da özel konumu vardı. Bu ideoloji bizde aynı işlevi görmedi. Matsin'in devrimci görüşleri Rusların Panslavizm görüşüyle birleşince küçük bir kaos meydana getirdi.
Çoğu milliyetçi kişilerin Türkiye'ye karşı olan olumsuz tavrı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Siz bunun sadece bizde olmadığını biliyorsunuz. Dünya tarihine baktığımızda görüyoruz ki, her zaman karanlık güçler belirli amaçlar doğrultusunda milletleri en yakın dostlarından ayırmışlardır. Biz en yakın dostumuz Türkiye'den ayrı olunca onlar her isteklerini kolayca yerine getirceklerdir.
Siz Bulgarların kökeni hakkında hangi teoriyi destekliyorsunuz? Bulgarların Türk kökünden geldiğini mi, yoksa yeni ortaya atılan Fars kökenli olduklarını mı düşünüyorsunuz?
Bu konuda teori olamaz. Gerçekler söz konusu. Bizim tarihimizdeki tüm gerçekler Türk olduğumuzu gösteriyor. Diğerleri hepsi birer teoridir. Diğer teorileri destekleyen hiçbir gerçek delil yok. Neden Nagi Sent Mikloş hazinesi hakkında konuşulmuyor. Bu kesinlikle Bulgarlara ait ve onda Türk izleri var. Üzerinde Türk ve göçebe atları figürleri yer almaktadır. Bir spekülasyon var, güya üzerindeki güneş ve ay Farsları simgelermiş. Lakin onun üzerinde güneş ve ay değil yıldız ve hilal var. Bu ikisi Türklerde İslam'dan önce de vardı. Bu simgeler Han Omurtag döneminde de vardı. Bu simgeler aynı zamanda Osmanlıların da simgeleridir. Osmanlılar İslam topraklarını fethedince bu simgeler İslam'ın simgeleri haline geldi.
Türk topluluklarla yakınlaşma Bulgaristan'a yarar sağlar mı?
İlk yararı halkımız için olacak, kendimizi tanıyacağız. Kim olduğumuzu ve nereden geldiğimizi bileceğiz. Çok zamandır aldatıldık, ilk önce Slav diye, şimdiyse Fars kökenli diye. Bu topluma çok kötü yansıyor, çünkü bizde sivil anlayışlı bir toplum yok. Biz kim olduğumuzu bilmiyoruz. Bizler en büyük Türk devletinin mirasçılarıyız yani Atilla'nın. Biz Fransa'dan Moğolistan'a kadar uzanan bir cihan imparatorluğunun varisiyiz, büyük bir cihan devletinin. Atilla'nın oğlu İrnik Batı Rusyayı, Baltık bölgesini, Kiyev ve Kırım'ı yönetiyordu. Onun yönettiği devlete Bulgaristan diyorlardı hatta Kubrat'ın yönettiği Bulgaristan'dan bile eski. Bu, tüm dünyada biliniyor, bir tek biz bilmiyoruz. Bu Panslavizm'in bir gereğiydi. ani kendi tarihimizi bilmememiz Panslavizm'in bir sonucudur.
Aynı sorun Rusya'daki Bulgarlarda da vardı, Volga Bulgaristan'ının mirasçılarıyla. Onların durumu ne?
Şuan orda güzel şeyler oluyor. Onların partisi – Bulgar Ulusal Kongresi – en güçlü partidir. Gerçek bir özgür seçimde iktidar olabilirler.
Bulgaristan'ın Türki devletlerle ilişki kurması sizce ileride Avrasya Birliğinin kurulmasına yarar sağlar mı?
İlk önce Asya Birliği olması lazım, sonra Avrupa Birliği ile Asya Birliği birleşecek. Bu, dünyanın geleceği... Bizim tarih yazarlarımız yalan yerine gerçekleri yazmaya başlarsa Bulgaristan'ın çok önemli bir yeri olacak. Biz sadece AB üyesi değiliz, aynı zamanda Slavca konuşuyoruz, velev ki zorla kabul ettirilmiş olsun. Ve dahası Hıristiyan'ız, yani bir çoğumuz. Geriye sadece gerçek tarihimizi yazmak kalıyor.
Dediniz ki Slavca zorla kabul ettirildi. Bu nasıl olur ki?
Hıristiyanlık kabul edilirken 100 bini aşkın Bulgar katledildi. Bu din, Bizans tarafından zorla kabul ettirildi. Zorla alfabe kabul ettirildi, öyle bir alfabe ki 4. asırdaki bir alfabe baz alınarak hazırlanmıştı. Proto –bulgarlar başka alfabe kullanıyordu– Türklerin kullandığı bir çeşit alfabedir. Bu alfabeden bazı harfler alınıp yeni alfabeye konulmuştu. Birinci Boris iktidarında Bulgaristan'a Bulgar hanları tarafından kovulan anti denen Slav kabileleri geri dönüş yaptı. Onlar Slav dilini empoze etmişlerdir. Ve böylece herkes Slavca konuşmaya başlamıştır. Bu dönemde insanlar okuryazar değillerdi. Biz alfabeden bahsediyoruz, muhtemelen o zaman sadece  1000 kişi okuma yazma biliyordu. Bir şeyler öğrenmek istediğinde Slavcayı öğrenmek mecburiyetinde kalıyorsun. Bu Doğu Roma İmparatorluğunun Bulgaristan'ı yok etmek için yaptığı en önemli harekettir.
Peki, Bulgarlar etnik kimliğini nasıl koruyabildiler?
Gerçekçi bakarsak biz yokuz. İkinci Bulgar Çarlığı Kumanlara ait... Genellikle burada yaşamak isteyen Proto Bulgarlar ağır koşullara mahkum edilmiştir,  hiçbir yere gitme hakkı olmayan kırsal köylüydüler. Ağır vergiler ödüyor, köle gibi çalışıyorlardı. Geri kalanları Kuman ve geri dönüş yapan Antilerdi. İkinci Bulgar Çarlığı hanedanı Kumanlardandı.
Dünya Bülteni için Mehmetemin Mehmetemin tarafından tercüme edilmiştir.


SÖYLEŞİNİN BULGARCASI
Ocak 30, 2012 | 0 yorum |

Bulgaristan, Türkler ve özür siyaseti

1989'da, son komünist hükümet döneminde, etnik Türk nüfusun zorla
asimile edilmesi politikasının sonucu olarak, Bulgaristan nüfusunun
yaklaşık yüzde 5'i ülkeyi terk etti. Kısa süre sonra da komünizm
çöktü. 'Adların iadesi' ya da 'uyanış süreci' denilen bu uygulamanın
Bulgaristan'da komünizmin bitmesine bir katkısı olmadı. Daha çok,
ölmekte olan kalbini yapay biçimde çarptırmak için popülist
milliyetçilik şokuna başvuran, çürümüş bir rejimin son kıvranışlarının
simgesiydi bu. Bulgaristan parlamentosunun, kendi vatandaşlarına
çektirilen acılar için özür dileyen bir bildiriyi kabul etmesiyse 22
yıl aldı.
Bildiri, diplomatik bir baskının sonucu ya da Bulgaristan'la Türkiye
arasında gaz bağlantısı veya ticaret anlaşmasının aracı değildi. Ne
Bulgaristan'daki Türk partisi ne de -AB'ye yeni üye devletlerdeki
hayırlı icraatların gerisindeki itici güç olan-Avrupa Komisyonu
tarafından talep edilmişti. Acılı bir iç sürecin ve siyasi olgunluğun
sonucuydu bu.
Fakat niye bu kadar geç geldi? Genellikle özürler, çok gecikmeli
olarak ve esas sorumlu olmayan kişiler tarafından dilenir.
Toplu hafıza kaybı
Doğu Almanya, Nazi suçları için ta 1990'da özür dilemişti. Ülkenin 2.
Dünya Savaşı'nda en büyük can kayıplarını vermiş Sovyetler tarafından
işgal altında olduğu düşünülürse, neden bu kadar geç kalındığını
anlamak zor. Dönemin Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin, 2. Dünya
Savaşı'nda 600 bin Japon esirin Sibirya'ya gönderilmesi konusunda özür
dilediğinde 1993'tü.
Yine 1993'te Papa 2. Jean Paul, Katolik Kilisesi'nin Afrika'daki köle
ticaretinde oynadığı rol için özür diledi. Britanya Başbakanı'nın
(ülkesinin 1833'te yasakladığı) köle ticareti için özrü 2007'de geldi
ve ABD Senatosu da kölecilik tarihi için 2009'da özür diledi -1865'te
tümüyle yasaklanmasından yaklaşık 150 yıl sonra. Özür için asla geç
kalınmıyor olsa gerek ki Katolik Kilisesi, 1633'te Galileo Galilei'yi
ev hapsine koyduğu için 1992'de özürlerini takdim etti.
Gel gelelim bazen zamanında dilenen özürler, mucizeler yaratabiliyor.
19 Ağustos 1993'te Güney Afrika Devlet Başkanı Frederik Willem de
Klerk, apartheid için özür diledi. İki gün sonra Nelson Mandela,
Afrika Ulusal Kongresi'nin düşman olduğundan şüphelendiği kişilere
yönelik mezalimi için özür diledi. Bu iki özür, muhtemelen ülkeyi
kurtardı.
Aynı şekilde münasip bir özrün eksikliği de iki ülke arasındaki
ilişkileri mahvedebilir: Şu anda Türkiye ile İsrail arasında olduğu
gibi. Gazze ablukasını kırma girişiminde bulunan Türk gemisine baskın
düzenlenip 9 Türk vatandaşının öldürülmesinin ardından İsrail, 'eğer
Mavi Marmara operasyonunda sorun çıkmışsa, özür dilemeyi
değerlendirmeye istekli olduğunu' söyledi. Fakat bu, Türkiye için
yeterli değildi ve İsrail büyükelçisini sınır dışı etti.
1989 sonrası Bulgaristan, 'uyanış süreci'yle ilgili toplu hafıza
kaybına uğramıştı. Az sayıda kitap ve belgesel yayımlandı, onlar da
"Şimdi zamanı değil", "Yatışmış etnik gerilimi niye tekrar tahrik
ediyorsunuz?" gibi suçlamalarla karşılaşmıştı.
Komünist Parti'nin halefi Sosyalistler, seleflerinin suçluluk
karmaşasını da devraldığından, böyle bir girişime soyunmadı.
Oluşumundan kısa süre sonra çaptan düşmeye başlayan komünist karşıtı
yelpaze de Türk partisiyle taktik savaşına girdi ve bu konuya
yeterince eğilmedi.
1998'de Bulgaristan Devlet Başkanı Peter Stoyanov, Bulgaristan'ın
mezalimi için Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'den özür
dilediğinde bu, kolektif olarak tanınan bir sorumluluktan ziyade
kendisinin açıkgörüşlü bir eylemiydi. Siyasi partiler, milli
hissiyatlı seçmenleri yabancılaştırmamak için ihtiyatlıydı.
Bulgaristan, "Bu konuyu aile içinde konuşmuyoruz" havasına girmişti.
Bu açıdan özür şaşırtıcıydı; zira Balkanlar, özür dilemesiyle tanınan
bir bölge değil. Özür, onlara göre zayıflık demektir. Eğer günün
birinde bir 'Balkan geni' keşfedilirse bu, 'suçlama geni' olacaktır.
İkinci Balkan geni de 'inkâr' olacaktır. Belki de Balkanlar'daki
sayısız çatışma, kötü muamele ve mezalimin merkezinde, Balkanlar'ın bu
özür dilemez doğası yatmakta. Balkanlı tarihçilerin aşkla yazdıkları
ders kitaplarını okuduğunuzda, çoğunun tarih boyunca "Herkes bize
karşıydı" öncülünü temel aldığını görürsünüz. Balkanlar'ın kendini
kurbanlaştırma takıntısı ve "Tüm komşularımız kana susamış
düşmanlardır" görüşü, toplumsal tartışmalarda da derinden yer
etmiştir.
Ölümcül bir kokteyl
Genelde geçmişi araştırmak, sırf olan biteni anlama çabasının, ikinci
sınıf bir şairin kutsal hakikatin sorgulanamaz kaynağı olarak görülen
şiiriyle ters düşmesi yüzünden imkânsızdır. Osmanlı İmparatorluğu'yla
ilgili genel algı da sadece zorla İslamlaştırmaya karşı ölümü tercih
eden cesur erkek ve kadınların kanıyla renklenen 500 yıllık
karanlıktır.
2. Dünya Savaşı'ndan sonra militanca laik komünistler de bu çizgiyi
korudu; zira öncelikle Türkiye, o kana susamış imparatorluğun
-NATO'nun- bir üyesiydi. Osmanlı dönemi için kullanılan terim, anlam
kaymasına uğradı. Türkiye'yle (Sovyetler'in NATO takıntısının sıkı
takipçisi) Bulgaristan arasındaki ilişkilerin durumuna bağlı olarak,
'Türk köleliği'nden 'Osmanlı köleliği'ne ve 'Osmanlı yönetimi'ne kadar
değişiklik gösterdi.
Bulgaristan'ın 1878 Türk-Rus Savaşı'nın yan ürünü olarak Osmanlı'dan
bağımsızlık kazanması, Bulgaristan'ın (2. Dünya Savaşı'nın yan ürünü
olan) Sovyetler tarafından işgaliyle kıyaslandı. Bu iki olaydan şu
saçma laf üretildi: "Vanya Dayı-Bizim çifte kurtarıcımız." Çevirirsek:
"Slav kardeşlerimiz olan Ruslar, bizi önce Müslüman Türkiye'den, sonra
faşist Almanya'dan kurtardı."
Maalesef Avrupa'nın tamamını, hatta Almanya'nın tamamını kurtarmayı
başaramamışlardı. Böylece faşistler, Türkler, Washington, Osmanlılar,
Londra, Müslümanlar ve Katolikler, geçmişin ve şimdinin ölümcül
kokteylinde birbirine karıştı. Bulgaristan, bu propaganda karışımıyla
düzenli olarak arındırıldı.
Komünist hükümetin çarpık zihniyetinin Orwellyan 'adların iadesi'
kuramını icat etmesinin arka planı işte buydu. Devlet, ataları zalim
Türkler tarafından asırlarca köle edilip zorla asimile olmuş halka,
Bulgar isimlerini geri vererek kolektif iyilik yapıyordu. 'İade',
üniformalı ve gizli polis, parti yetkilileri, ordu ve Bulgaristan
Ulusal Televizyonu tarafından icra ediliyordu. Kanal, milli kıyafetler
içinde kendini Bulgar danslarına kaptırmış köylüleri gösteriyordu.
Böylece kimliklerini yeniden keşfetmenin coşkusunu ve en has
kökenlerine inmelerini sağlayan Komünist Parti'ye şükranlarını dile
getiriyorlardı.
Bu kutlamalar eşliğinde 350 binden fazla kişi ülkeyi terk etti.
Beklenmedik bir özür
Yaklaşık 1 milyon Müslüman aşağılandı, binlerce aile terörize edildi
-ve toplumları içinde etkili kişiler, ülkeyi terk etmeye zorlandı.
İnsanlar evlerini terk etmek zorunda kaldı ve pek çoğu, Türkiye'ye
sığınmak için kaçarken yok pahasına satmak zorunda kaldıkları
mallarından mülklerinden oldu. Tıbbi kayıtlar imha edildi; mezar
taşlarındaki isimler çıkarıldı.
Bulgaristan'ın beklenmedik özrü, tarihinin rezil bir bölümünün
kefaretini ödemesi için gerekli bir eylem olmakla kalmayıp, bölge
ilişkileri için de alışılmadık bir emsal oluşturuyor. Bütün Balkan
ülkeleri hem kendi vatandaşlarına hem de birbirlerine, mezalimleri
için özür dilemeye karar verirse şayet, bütün bir yılı buna
vakfetmeleri gerekir.
Ancak sadece hata değil, günah işlediğini de kabul edebilmek ve
başkaları adına kolektif sorumluluk üstlenebilmek, siyasi ve
diplomatik bir jest olmakla kalmayıp güven tesisine kapı açan bir
arınma eylemidir de... Aksi takdirde geçmişe saplanıp kalacak,
önyargılar tarafından kelepçelenecek, atalar üzerinden yürütülen
siyasi kampanyalara kanabilecek insanların kurtarılmasıdır. Özür,
ileriye doğru bir kapı açar ve siyasilere kendi taraftarlarını
korumanın ötesinde politikalar sunma fırsatı sağlar.
Bu, Bulgaristan'ın ötesinde daha büyük bir şeye işaret ediyor. Özür,
-özellikle Balkanlar ve Ortadoğu'da- güvenli ve müreffeh bir gelecek
inşa etmenin temel aracı olarak tanınmalı. Türkiye-Ermenistan,
İsrail-Filistin, Sırbistan-Kosova örneklerinde olduğu gibi geçmiş,
olağanüstü karmaşık olabilir. Lakin özür siyaseti, intikam
siyasetinden çok daha güçlü olabilir.

Yulian POPOV

(Gazeteci, danışman, Britanya'daki 'Bulgaristan'ın Dostları' adlı hayır kurumunun başkanı,
Bulgar Siyasi Bilimler Fakültesi Yönetim Kurulu Başkanı, 26 Ocak 2012)
Ocak 30, 2012 | 4 yorum |

Bulgaristan'da yaşayan Suriyelilerden protesto gösterisi

29 Ocak 2012 Pazar |

Bulgaristan Radyosuna göre, Suriye'nin Sofya Büyükelçilik binası
önünde toplanan 50 kadar Suriye vatandaşı, ülkede yaşanan son şiddet
ve zorbalık gelişmelerini protesto etti. Bulgaristan'da yaşayan 2000
kadar Suriyeli'den birçoğu son 10 ayda 36'ıncı defa protesto gösterisi
düzenliyor. Protestocular, Suriye'deki soykırımı protesto eylemlerini
Beşar Esad'ın iktidardan çekilmesine kadar sürdüreceklerini belirtti.
Ocak 29, 2012 | 0 yorum |

Fransız Lejyonu askeri Razgradlı Taner toprağa verildi

Afganistan'da öldürülen Fransız Lejyonununda görev yapan Taner Uzunov
(Svilen Simeonov) doğum yeri olan Razgrad'ın Rakovski Köyünde toprağa
verildi. Cenezeye Sofya'daki Fransız Elçiliği Konsolosu Mehmet Meydan
da katıldı.
Fransız Lejyonunda görev yapan 35 yaşındaki Taner Uzunov, 18 Ocak günü
Afganistan'da gerçekleştirilen Fransız askerlerine yönelik saldırıda
hayatını kaybetmişti.
Fransız Lejyonu (Fransızca: La Légion étrangère), Fransız Kara
Kuvvetlerine bağlı olup yabancı uyruklular ile oluşturulan düzenli
askeri birliklerdir.
Ocak 29, 2012 | 6 yorum |

Filibe Başkonsolosu Ramis Şen, Filibe Müftüsü Osman Hidayet Hilmi ve Encümen Başkanı Selim Mehmed’i ziyaret etti

27 Ocak 2012 Cuma |

Nedim Gencev’in adamlarının Muradiye Cami’ndeki işgallerinin tamamen sona erdirilmiş olması münasebetiyle, T.C. Filibe Başkonsolosu Ramis Şen Filibe Müftüsü Osman Hidayet Hilmi ve Encümen Başkanı Selim Mehmed’i makamlarında ziyaret etmiştir.

Komünist dönemde Başmüftülük yapmış sahte müftü Nedim Gencev’in Filibe’deki temsilcisi Haşim Asan ve adamları 6 Ağustos 2010 tarihinde Filibe’deki Muradiye Caminin imamı Kemal Raşid’i döverek Muradiye Camindeki Müftülük Ofisine ve Encümenlik Ofisi’ne zorla girmişlerdi. Müftülük Ofisi’ndeki işgal, yaklaşık 13 ay sonra, 16 Eylül 2011 tarihinde, Encümenlik Ofisindeki işgal ise, yaklaşık 17 ay sonra, 26 Ocak 2011 tarihinde sona erdirilmiştir.

Nedim Gencev’in Filibe’deki temsilcisi Haşim Asan, oğlu Faik Asan ve adamları 1 Eylül 2011 günü Muradiye Caminde ibadet eden bir Türk vatandaşını, 11 Eylül 2011 günü ise Filibe Müftüsü Osman Hidayet Hilmi, Encümen Başkanı Selim Mehmed ve imam Hayri Murad’ı dövmüşlerdi.
Sözkonusu saldırıların ardından Haşim Asan 2 yıl ve oğlu Faik Asan ise 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılmış ve 15 Eylül 2011 günü cezaevine konulmuştu. Filibe Sancak Mahkemesi 8 Aralık 2011 tarihli kararıyla Haşim Asan’ın hapis cezasını 1 yıl 4 aya, oğlu Faik Asan’ın hapis cezasını ise 1 yıl 8 aya indirmiştir.
Haşim Asan, oğlu Faik Asan ve adamlarının 15 Eylül 2011 tarihinde hapse girmesinin ardından Filibe Müftüsü Osman Hidayet Hilmi 16 Eylül 2011 tarihi itibariyle Muradiye Camindeki Müftülük Ofisi’ni geri almıştır.
Muradiye Cami’ndeki Encümenlik Ofisi’nin geri alınması için devam eden dava süreci beklenmiş ve dün (26 Ocak) itibariyle Muradiye Cami’ndeki Encümenlik Ofisi de geri alınmıştır. Encümen Başkanı (Eski Başmüftü) Selim Mehmed Muradiye Cami’ndeki Ofisine dün girmiştir.
Öte yandan, hapiste olan Haşim Asan ve oğlu Faik Asan aleyhine 1 Eylül 2011 günü Muradiye Cami’nde saldırıya maruz kalan Türk vatandaşı tarafından açılan maddi ve manevi tazminat davası 6 Şubat 2012 tarihinde Filibe’de görülecektir.
Ocak 27, 2012 | 0 yorum |

Ahmet Doğan: En büyük başarım HÖH'tür

- Ahmet Bey, 22 yıldır siyasettesiniz, bu yıllardan hangileri en ağır geçti?

- 22 yıllık sürenin muhasebesi zor bir iş. Beraberinde değerler, şahsı ve devletle ilgili hatta uluslararası çerçevedeki hadiseleri getiriyor. Belki şahsi ve kamuoyu açısından bakıldığında, bu 22 yıllık sürenin ilk yılları öne çıkıyor. Ülkede demokrasinin temel prensiplerinin yerleşmesi ve pekişmesi yönünde, geçiş döneminin ilk 7 yılı diyebilirim. Tabi aynı zamanda serbest piyasa ekonomisini de gösterebilirim. Çok zordu. Yeni siyasi elit konumundaki çoğumuzun demokrasinin ne olduğu konusunda net fikri yoktu. Özellikle de serbest piyasa ekonomisinin prensipleri hakkında. Avrupa’nın tarihinden bilgi edinmiştik. Ancak bu bilgiler daha çok teori üzerine dayalıydı. Ülkenin gelişmesi yönünde gerçekçi bir vizyona sahip insan yoktu. Olanlar ve ya bu vizyona sahip olduklarını düşünenler ise genelde ekonominin siyasi dalında teorik eğitim almıştı. Tabi bu eğitim de Marksizmin ideolojisi paralelindeydi. Burada komünizmin teorisi ile pratikte uygulanışı arasındaki farkı belirtmemiz gerekiyor.
- Bu konudaki tecrübesizlik nedeniyle komünizmden serbest ekonomiye zor bir geçiş dönemi başladı. Bence bu geçiş dönemi hala sürüyor...
- Geçen 22 yıl bir sistemden diğerine geçiş için hazır olmadığımızı gösterdi. Bunu bir demokrasi oyunu olarak düşünüyorduk ve politik demokrasinin pazar ekonomisinin değerlerini, temelini getireceğini düşünüyorduk. İşte burada geçiş dönemi yanlış yöne eğildi. Devlet sosyalizminden pazar ekonomisine geçişte belirli bir kapasiteye sahip elit tabaka yoktu. Hala da olduğunu düşünmüyorum. O yüzden ilk 7 yıl çok zordu ancak bu yolu kattetmeliydik, başka çaremiz yoktu.
- Kısacası başlangıçta net bir anlayış yoktu ve yanlış isttikametli bir demokrasiyi sokak yönlendiriyordu. Hatta 2000 yılına kadar geçen 10 yıl bizim için kaybedilmiş bir süredir...

- Partiniz Hak ve Özgürlükler Hareketi, NATO üyeliğine ilk ‘evet’ diyen siyasi parti oldu. Bulgaristan için bu üyelik nedeni o kadar önemliydi?

Çünkü daha başlangıçta ulusal güvenlik prensibi ana prensiplerden biriydi. Bulgaristan küçük bir ülke ve tam o dönemde azınlıkların kendine has durumu, komünizm ve antikomünizm tartışması ilk 10 yılın mücadelesiydi. Kendi güvenliği açısından Bulgaristan o dönemde hassas konumdaydı. Kendi gücüyle güvenliğini sağlayacak kadar büyük bir ülke değil. Siyasi elit için ulusal güvenliği garanti altına almak en öncelikli problemlerden biriydi. Bu önceliği de NATO dışında hayata geçirmek imkansızdı. NATO’dan başka seçenek yoktu. Bu bağlamda Bulgaristan’ın NATO’nun kolektif savunma sisteminde yer alması gerektiğine karar verdik. Çünkü Balkanlar’daki karmaşık gözönünde bulundurulduğunda Bulgaristan ulusal güvenliğini garanti altına alması gerekiyordu. Onu da söyleyebilirim ki, ilk 10-15 yıl NATO bu misyonu gerçekleştirdi...

- 22 yıdır politikadasınız dedik, bu süre içinde en büyük başarınız nedir?

- Her ihtimalde Hak ve Özgürlükler Hareketi Partisi. HÖH büyüdü ve devasa bir elit oluşturmayı başardı. Elit olmadan ise siyaset, mücadele, demokrasinin inşaası, pazar ekonomisi, vizyon ve sorumluluk olamaz. Parti içindeki yetişmiş insanlarda bunlar mevcut. 20 yıldır çalışmanın ürünü. Şahsi açıdan bu birlikteliğin bir parçası olarak HÖH’ü başarı olarak gösterebilirim.
Eminim ki HÖH gelişmeye devam edecek, çünkü formülümüz ‘diğerleriyle aynı saftasan, geride kalmışsın’. Önde olmalısın!

AJANS BG
Ocak 27, 2012 | 13 yorum |

Bulgaristan kar altında

Bulgaristan’daki kötü hava şartları hayatı olumsuz etkilemeye devam ediyor. Yoğun kar yağışı ve rüzgar nedeniyle ülke genelinde kırmızı kod ilan edildi. Bölgesel Kalkınma Bakanı Liliana Pavlova, bazı bölgelerde kar kalınlığının 2 metreye ulaştığını, bu nedenle 10 tonun üzerindeki ağır taşıtların trafiğe çıkmasını yasakladıklarını bildirdi. Yasak, yolcu otobüsleri için geçerli değil. Yetkililer, vatandaşları gerekmedikçe yolculuğa çıkmaması konusunda uyarmaya devam ederken, yollarda kalan yüzlerce otomobil sivil savunma ekipleri tarafından kurtarıldı. Yüzlerce yerleşim yerine ise elektrik verilemiyor. Türkiye ve Yunanistan’dan gelerek Bulgaristan üzerinden üçüncü ülkelere tranzit geçiş yapan araçların ülkeye girişi yasaklandı. Karar, ülke içindeki araç trafiğinin aksaması ve Romanya sınırının kapalı olması nedeniyle alındı.
Svoge, Godeç ve Lom bölgesinde olağanüstü hal ilan edildi. Yoğun kar yağışı ve fırtına yüzünden çok sayıda köye ulaşılamıyor.
İçişleri Bakanlığı, kritik bölgelere kurtarma ve yol açma çalışmalarına katılmaları için 30’a yakın zırhlı askeri araç gönderdi. Svoge bölgesinde 4 Köyün 4 gündür dünya ile bağlantısı kesildiği, bugün ise köylülere gıda maddesi ve ilaç ulaştırıldığı kaydedildi.
Yoğun kar yağışı hava trafiğini de etkiliyor. Sofya Havaalanından iniş yapmak isteyen yolcu uçakları çevre ülkelerdeki havaalanlarına yönlendiriliyor.

AJANS BG
Ocak 27, 2012 | 0 yorum |

Bulgaristan TIR girişlerine izin vermiyor

Kar yağışı ve buzlanma nedeniyle Bulgaristan sınır kapılarından tır geçişlerine izin verilmemesi sonucu Kapıkule ve Hamzabeyli sınır kapılarında tırlar kuyruk oluşturdu.
Kapıkule Mülki İdari Amiri ve Edirne Vali Yardımcısı Nedim Özırmak, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Bulgaristan ve Edirne'de yoğun kar yağışının devam ettiğini, aşırı kar yağışı ve buzlanma nedeniyle Bulgaristan'ın tır girişlerine izin vermediğini söyledi.

Kapıkule ve Hamzabeyli sınır kapılarında geçişlerin geçici süreyle durdurulduğunu ifade eden Özırmak, ''Bulgaristan'da aşırı kar yağışı ve buzlanma nedeniyle birçok yol trafiğe kapanmış. Açık olan yollarda da tırların kayıp yolu kapatmaması için Bulgar gümrüğü tır geçişlerine izin vermiyor. Geçişlerin yarın tekrar başlayacağını umuyorum'' dedi.

Özırmak, küçük araçların sınır kapılarından geçişlerinde bir sorun olmadığını belirtti.

Kapıkule ve Hamzabeyli sınır kapılarında kuyruklar oluşturan tır sürücüleri çıkış için bekliyor.

Bulgaristan'dan Türkiye'ye gelen pek çok tır şoförü Bulgaristan tarafında yolların kar ve buzlanma nedeniyle çok kötü olduğunu ve birçok tırın trafik kazasına karıştığını belirtiyor.
Ocak 27, 2012 | 0 yorum |

Osmangazi Belediye Başkanı, Bursa Konsolosu Dimitar Hacıev'i ziyaret etti

26 Ocak 2012 Perşembe |

Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, Bulgaristan'ın Bursa Konsolosu Dimitar Hacıev'i ziyaret etti. Adalet Mahallesi'ndeki Bulgaristan Konsolosluğu'nda gerçekleşen ziyarette Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, yeşil pasaportlara uygulanan vizenin Bulgaristan tarafından kaldırıldığını belirterek, Konsolos Hacıev'e teşekkür etti. Bursa Konsolosu Dimitar Hacıev, Bursa'da Schengen Vizesi vermeye başlayacaklarını dile getirdi. İki ülke arasında her geçen gün gelişen ilişkilerin bu kararla daha da ileriye gideceğine dikkati çeken Dündar, Konsolos Hacıev'e Osmangazi Belediyesi olarak Konsolosluğa bugüne kadar verdikleri desteğin bundan sonra da süreceğini söyledi.

Bulgaristan'ın Bursa Konsolosluğu'nun Schengen Vizesi vermeye başlayacağını ve bu sebeple fiziki mekanla ilgili talepleri olduğunu anlatan Dündar, konunun incelenerek gereken desteğin sağlanacağını aktardı. Konsolosluğun çevresinde otopark sorunun da çözümleneceğini anlatan Dündar, Schengen vizesi verilmeye başlamasıyla buranın daha yoğunlaşacağını, bu sebeple gereken düzenlemelerin yapılacağını sözlerine ekledi.
Ocak 26, 2012 | 0 yorum |

Yeşil pasaporta vize kalktı

25 Ocak 2012 Çarşamba |

Schengen Bölgesi'ne üyeliği henüz kabul edilmeyen Bulgaristan, Schengen vizesi bulunan yabancıların Bulgar vizesine gerek kalmaksızın ülkeye giriş yapabileceğini açıkladı. Bulgaristan aynı zamanda, yeşil pasaport taşıyan Türk vatandaşlarına vize gerekliliğini kaldırdı.

Bulgar Dışişleri Bakanlığı'nın açıklamasında, bakanlar kurulunun bugünkü toplantısında yeşil pasaport sahibi Türkiye vatandaşlarının ülkeye vizesiz giriş çıkış yapmalarını öngören karar alındığı bildirildi. Yeşil pasaport sahibi Türkiye vatandaşları her altı ayda
bir 3 aylığına Bulgaristan'da ikamet edebilecek. Türkiye vatandaşların ikamet süresinin belirlenmesi için 6 aylık dönemin ilk giriş tarihi esas alınacak. Yeşil pasaport sahiplerinden Avrupa Birliği'nin bir çok ülkesinde vize istenmediğinin hatırlatıldığı açıklamada yeni uygulama, "İyi komşuluk ilişkilerinin daha da geliştirilmesinin iyi niyeti" olarak yorumlandı. Dışişleri Bakanlığı'nın açıklamasında, vize
rejiminin kısmen kaldırılmasının iki ülke arasındaki ekonomik, kültürel, ticari ve akademik ilişkilere ivme kazandıracağı belirtildi. Bakanlar kurulu ayrıca Schengen vizesine sahip yabancıların da yine
her 6 aylık dönem için 3 aylığına Bulgaristan'da ikamet edebileceklerine karar verdi. Mevcut uygulamaya göre Schengen vizesi olanlar giriş yaptıkları gümrük kapısından çıkmamak kaydıyla
Bulgaristan'da sadece 5 gün kalabiliyor. Bulgaristan ile Türkiye arasında vize sorunu son olarak Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım'ın 6 Ocak'ta Sofya'ya yaptığı ziyarette Bulgar Başbakan Boyko Borisov ile görüşmesinde gündeme getirilmişti.

..........................................

България отваря широко врати за чуждите туристи и инвестиции
На днешното си заседание правителството, по предложение на министър-председателя, реши, че до датата на пълното присъединяване на България към Шенгенското пространство България едностранно ще прилага безвизов режим към притежателите на валидни шенгенски визи. С това свое решение България ще прилага изцяло достиженията на правото от Шенген.

По смисъла на решението притежателите на изброените визи и разрешения за пребиваване имат право да влизат и пребивават на територията на Република България за период от не повече от три месеца в рамките на всеки шестмесечен период, считано от датата на първото влизане, без да притежават българска виза за краткосрочно пребиваване.

На практика това решение ще засегне гражданите на всички държави, които имат в момента визов режим с България и респективно с ЕС. По този начин граждани на Китайската народна република, Турция, Руската федерация, Казахстан и много други държави, които имат вече издадени шенгенски визи или разрешения за пребиваване ще могат без допълнителни усилия да пребивават на територията на Република България. Притежателите на такива визи са преди всичко бизнесмени, хора със сериозен икономически потенциал, които търсят място за своите инвестиции, други потенциални бенефициенти на това решение са туристи, които искат да посетят нашето Черноморие или българските планински курорти.
Постепенните усилия на правителството за облекчаване на визовия режим за граждани на трети страни, които посещават България с цел туризъм или бизнес, имат и конкретни резултати: през 2011 г. българските консулски служби са издали 733 623 визи, което представлява ръст от 18% в сравнение с 2010 г.

Отпада изскването за български визи на притежателите на турски специални паспорти

Правителството прие днес решение за освобождаване от визи на граждани на Република Турция, притежатели на специални /зелени/ паспорти.
Решението, прието по предложение на министър Николай Младенов, предвижда турските граждани, притежаващи валидни специални паспорти, да имат право да влизат и преминават транзит през територията на Република България без виза, както и временно да пребивават в нея за срок от не повече от три месеца в рамките на всеки шестмесечен период, считано от датата на първото влизане.
Почти всички държави от ЕС са освободили от изискване за виза турските граждани, притежатели на специални паспорти.
Предоставянето на безвизов режим за турските граждани със специални паспорти е израз на добра воля от българска страна и e в контекста на добросъседските ни отношения с Република Турция. Този акт ще даде допълнителен тласък на икономическите, културни, търговски и академични връзки между двете страни. Решението на правителството ще улесни човешките контакти между гражданите на двете страни.

Ocak 25, 2012 | 0 yorum |

POLİS ŞİDDETİ YÜZÜNDEN İÇİŞLERİ BAKANININ İSTİFASI İSTENİYOR

24 Ocak 2012 Salı |

Ülkede sigara kaçakçılığına karşı olduğu ilan edilen operasyonda Örgütlü Suçlarla Merkez Mücadele Müdürlüğü;nden (GDBOP) maskeli ve silahlı 25 komando, Petar Naçkov ve eşi Malina Naçkova'yı sokak ortasında yere yatırarak gözaltına almıştı.

Kaba kuvvet kullanan ve hakaret içeren suçlamalarda bulunan komandolar daha sonra ailenin Mirovyane semtindeki evine kapıları kırarak baskın düzenlemiş, yaptıkları arama sonucunda sadece 5 paket bandrolsüz sigara bulmuştu. Malina Naçkova, eşi ile birlikte maruz kaldıkları şiddet yüzünden doktor raporu aldıklarını belirterek, baskının gerçek nedeninin kızı Ralitza;nın Facebook paylaşım ağında Başbakan Boyko Borisov;a karşı kurduğu eleştirel forumun olduğunu öne sürdü. Naçkova, “Boyko Borisov;a oy vermeyeceğim" adlı grup yüzünden ailesinin polisten siyasi baskı gördüğünü söyledi. Olayın toplumsal yankısı yüzünden ana muhalefet Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ve muhalefet Demokratik Güçler Birliği (SDS) ile Güçlü Bulgaristan İçin Demokratlar (DSB) partileri Başbakan Borisov;dan derhal Bakan Tzvetanov;un görevine son vermesini istediler. BSP Genel Başkanı eski Başbakan Sergey Stanişev, “Ülkede süren aşırı polis şiddetine son verilmeli" derken SDS ile DSB;nin bildirilerinde, “Endişe verici boyutlara varan polis şiddeti yüzünden siyasi saygınlığını yitiren Bakan Tzvetanov;un görevinden alınması şarttır" ifadeleri yer aldı. Operasyonun asimetrik şiddetini haklı gerekçelerle açıklamaya çalışan Bakan Tzvetanov ise yapılan iç soruşturma sonucu operasyonu yöneten 3 polis memuruna “kınama cezası" verildiğini söyledi.

TÜRK VATANDAŞI DA POLİSİN KABA KUVVETİNE MARUZ KALMIŞTI



2010 yılında,Kırcaali'de Mustafa ailesinin evine yapılan polis baskını sırasında aile mensupları gereksiz yere dövülmişlerdi. Dövülenler arasında evde misafir olarak bulunan Türk vatandaşı Ramadan Beysimali de şiddete maruz kalmıştı.

AA, AJANS BG
Ocak 24, 2012 | 0 yorum |

Varna Aziziye camisine molotof kokteyli atıldı

22 Ocak 2012 Pazar |

Kimliği belirsiz kişilerin, Aziziye camisindeki Varna Bölge Müftülüğü’nün ofisine molotof kekteyli attığı bildirildi. Başmüftülükten yapılan açıklama şöyle: 'Saldırı sırasında kazan bölümünde bulunan Cami imamı Mustafa Hasanov, ifadesinde saldırganları göremediğini belirtti. Varna I. Bölge Polis Merkezine haber verilmesi ardından olay yerine gelen polis görevlileri incelemede bulundu. Kimliği belirsiz kişilerin yakalanması için çalışma başlatıldı . Olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.'

AJANS BG
Ocak 22, 2012 | 0 yorum |

Plevneliev dönemi başladı

23 Ekim 2012 tarihinde seçilen Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Margarita Popova görevlerine başladı.

Geleneksel askeri tören ve 21 pare top atışı ile başlayan seremoni sonunda iki dönem üst üste toplam 10 yıl görevde kalan eski Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı emekli general Angel Marin Cumhurbaşkanılığı binasından ayrıldı.

Başkent Sofya merkezinde Aleksandar Nevski meydanında resmi kıtanın selamlanması ve Meçhul Asker Anıtı’na çelenk töreni ile başlayan seremoni eski ve yeni cumhurbaşkanlarının konuşmaları ile devam etti.

Eski Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov, kendi döneminde Bulgaristan’ın NATO ve Avrupa Birliği (AB) üyeliğine geçtiğinin altını çizerek, kendisini "sosyal cumhurbaşkanı" olanak tanımladı. Pırvanov, ülkenin silahlı kuvvetleri yüksek komutanı olarak Bulgaristan’ın son yıllarda profesyonel bir orduya kavuşmasından dolayı gurur duyduğunu da söyledi.

Yeni Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev de, göreve başlarken Cumhurbaşkanlığı kurumunu "halka açacağını" belirterek, "Bulgaristan’ın bundan sonra daha da gelişeceğinden şüphem yok, önemli olan bu gelişim hızını artırmak olacaktır" dedi.

Daha sonra Aleksandar Nevski katedraline giren Plevneliev ve Pıranov, ülkenin refah ve başarılı gelişimi için burada düzenlenen dini ayine katıldılar.

Yağan kar ve soğuk havaya rağmen halkın kalabalık olarak izlediği seremoniye Başbakan Boyko Borisov, kabine üyeleri, Ortodoks kilisesi yetkilileri ve eski cumhurbaşkanlardan Jelyü Jelev de katıldı.

Seremoniye Plevnevliev’in eşi Yuliyana ile eski Cumhurbaşkanlarından Petar Stoyanov’un katılmaması ise dikkat çekti. Pırvanov’un Cumhurbaşkanı Yardımcısı emekli general Angel Marin de, seremoni öncesi kişisel tartışmaya girdiği Başbakan Boyko Borisov ile aynı ortamda bulunmayacağını belirterek, Aleksandar Nevski meydanına gelmedi.

Dini tören sonrası Plevneliev ve Pırvanov, Cumhurbaşkanlığı binasına geçerek, burada baş başa yaptıkları kısa bir görüşmenin ardından görev devir teslim seremonisini tamamladılar.

Eski Bölgesel Geliştirme Bakanı olan Plevneliev, eski Adalet Bakanı olan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Margarita Popova ile birlikte resmen göreve başlarken, "Öncelikle Cumhurbaşkanlığı pencerelerini açarak binaya temiz hava girmesini sağlayacağım" demişti. Plevneliev, yeni makamındaki ilk görevi eski komünist polis ajanı olan 33 Bulgar büyükelçinin görevine son verilmesi olacağını da bildirmişti.

Yeni görevinin ilk dakikalarında Plevneliev, Avrupa Komisyonu üyesi Kristalina Georgieva ile bir protokol görüşmesi yaptı.

ESKİ CUMHURBAŞKANI PIRVANOV

Eski Cumhurbaşkanı Pırvanov ve yardımcısı Marin cumhurbaşkanlığından ayrılırken bina önünde topalanan elinde Bulgar bayraklı halk tarafından selamlandı.

Gençlik yıllarında Bulgaristan’ı 1989 yılına dek yöneten Bulgaristan Komünist Partisi’nde (BKP) kariyer yapan eski Cumhurbaşkanı Pırvanov, BKP’nin devamcısı ana muhalefet Bulgaristan Sosyalist Partisi’nin (BSP) genel başkanlığına kadar yükselmişti.

Komünist rejiminin kurduğu siyasi polisin (DS) lehine "Gotze" kod adıyla paralı ajanlık yapmış olan Pırvanov, eski Yugoslavya diktatörü Slobodan Miloseviç ile yakın dostluğu ile hatırlanıyor. Miloseviç ile dostluğu yüzünden Pırvanov’un gerek ABD, gerekse Avrupa Birliği ülkeleri ile ilişkileri sınırlanmış ve protokol olayların dışında Batıya ziyaretleri durdurulmuştu. Görevi sırasında karıştığı siyasi entrikaları nedeniyle önemli ölçüde itibar kaybeden Pıranov, Cumhurbaşkanı olarak görevini tamamlandıktan sonra Bulgaristan Sosyalist Partisi’ne geri dönmeyi düşündüğünü bildirmişti.
AA
Ocak 22, 2012 | 0 yorum |

İSTANBUL-SİLİSTRE OTOBÜSÜ KAZA YAPTI: 4 ÖLÜ, 27 YARALI

21 Ocak 2012 Cumartesi |

İstanbul'dan Silistre'ye yolcu taşıyan B 2130 KH plakalı yolcu otobüsü, Dereköy Sınır Kapası yakınlarında kar yağışı nedeniyle yoldan çıkarak şarampole yuvarlandı. Kaza sonucu 4 yolcu hayatını kaybederken, 27'si de yaralandı. Yolculardan çoğunun Bulgaristan vatandaşları olduğu bildirildi. Kırklareli'nin Dereköy mevkisinde yaklaşık 20 metrelik uçuruma yuvarlanması sonucu meydana gelen trafik kazasında ölenlerin Bulgaristan uyruklu Ali Yakup Bilal (64), Vedat Can (57), Ayten Birgül (53) ile Anıl Gül (10) olduğu bildirildi.
Ocak 21, 2012 | 1 yorum |

Smolyan bölgesinde imam yokluğu nedeniyle 15 cami kapalı

Smolyan Bölge Müftüsü Necmi Dıbov, imam eksikliği nedeniyle bölgede 15 caminin kapalı olduğunu bildirdi. Bölgede 100 cami ve 100 mesçitin bulunduğunu belirten Dıbov, gün geçtikçe imam olmak isteyenlerin sayısında düşüş gözlendiğini kaydetti.
Ocak 21, 2012 | 0 yorum |

Bulgaristan Türkiye'ye elektrik ihracatını durduruyor

20 Ocak 2012 Cuma |

Ekonomi Enerji ve Turizm Bakanlığı ülkenin 21 Ocak 2012 tarihinde saat 01.00;den itibaren her türlü elektrik ihracatını durduracağını bildirdi.
Bakanlığın Basın Merkezi termik santrallere ana kömür kaynağı olan Maritza İztok madenlerinde 5 gündür süren grev dolayısıyla elektrik üretiminde göreceli düşüş kaydedildiğini belirtti.
Ülkenin iç tüketici ve sanayi sektörlerin elektrik ihtiyaçların sorunsuz olarak karşılanabilmesi için ihracatın geçici olarak durdurulması şart olduğunu itiraf eden bakanlık, kömür temini normale döndüğünde ihracatın devam edebileceğini kaydetti.
Bakanlık kaynaklarına göre Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan, Türkiye ve Makedonya;ya elektrik ihraç ediyor. Ülkedeki termik santraller toplam elektrik üretiminin yüzde 40;ını sağlıyor.
Maritza İztok madenlerinde çalışan yaklaşık 3000 işçi, maaşlarına zam yapılması ve çalışma koşulların iyileştirilmesi talebiyle 5 gündür yaptıkları grevlerini sürdürüyorlar. Grev süresince zarar 3 milyon avroya ulaşırken, enerji Bakanı Trayço Traykov, grevin ülkenin milli güvenliğini tehdit ettiğini öne sürdü.

AA
Ocak 20, 2012 | 0 yorum |

Eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Çauşev’e 3.6 yıl hapis cezası

Sofya Bölge Mahkemesi, Eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Feim Çauşev’i 3 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırdı. Çauşev, Türk işadamı Feyzi İlhanlı’nın haraç almak amacıyla çalınan otomobilini geri iadesinde aracı olmakla suçlandı.
Çauşev, Türk işadamına ait aracın çalınmasıyla herhangi bir ilgisi olmadığını, kendisinin sadece sözkonusu aracın geri iadesi için aracı olduğunu belirtti.

Bir önceki üçlü koalisyon hükümeti döneminde HÖH partisinden dışişleri bakan yardımcısı görevinde bulunduğu sırada, Bulgar ile Türk ismini aynı anda kullandığı tespit edilen Çauşev’in isimlerden birini ticaret, diğerini de bakanlıktaki görevi için kullanıldığı anlaşılmıştı. İsimleriyle ilgili skandalın ortaya çıkmasından sonra Çauşev istifa etmek zorunda kalmıştı.

AJANS BG
Ocak 20, 2012 | 0 yorum |

HÖH: Cumhurbaşkanı Plevneliev, diğer dinlerin liderlerine de hitap etmeliydi

19 Ocak 2012 Perşembe |

Hak ve Özgürlükler Hareketi Partisi (HÖH) Genel Başkan Yardımcısı Lütfi Mestan, bugün yemin eden Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’in, ‘tüm Bulgaristan vatandaşlarının cumhurbaşkanı’ olacağı yönündeki kararlı tavrının kendilerini etkilediğini belirtti. Mestan, yemin töreninde yapılan konuşmada, Bulgar Ortadoks Kilisesi dini önderi Maksim’e hitap edilmesine rağmen ülkedeki diğer dinlerin önderlerine hitap edilmediğine dikkat çekti, ancak bunda bir kasıt görmediklerini laydetti. Mestan, sözkonusu durumu protoköl hatası olarak algıladıklarını vurguladı.

AJANS BG
Ocak 19, 2012 | 0 yorum |

Başmüftülük: Resmi açıklama Yüksek Şuranın toplantısından sonra yapılacak

Bulgaristan Başmüftüsü Mustafa Aliş Hacı’nın DS’ye çalışmış din adamlarının listesinde isminin bulunmasının ardından Başmüftülük tarafından konuyla ilgili resmi açıklamanın Yüksek İslam Şurasının toplantısından sonra yapılacağı bildirildi.
Parlamentoya bağlı Dosya Komisyonu tarafından yayımlanan totaliter komünist rejiminin istihbarat örgütü ‘Dırjavna Sıgurnost’a çalışmış din adamlarının isimleri arasında Hacı’nın adı bulunduğu ortaya çıkmasından sonra ülkedeki Müslümanlar konuyla ilgili resmi açıklama yapılmasını bekliyor.

İLGİLİ HABER:

 Başmüftü: Komünist istihbarat örgütüne çalışmadım

 Ajan din adamları açıklandı
Ocak 19, 2012 | 1 yorum |

Rosen Plevneliev yemin etti

Bulgaristan'da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden galip ayrılan Rosen Plevneliev, bugün mecliste Bulgaristan Anayasası üzerine el koyarak yemin etti. Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak seçilen Margarita Popova da aynı şekilde yemin etti. Patrik Maksim'in de bulunduğu yemin törenine Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov, kabine ekibinin tamamı, eski cumhurbaşkanlarından Jelyu Jelev ve Petır Stoyanov da katıldı.

Anayasa'ya göre, yemin, mevcut cumhurbaşkanının görev süresinin dolmasına üç gün kala yapılıyor. Yemin törenine Cumhurbaşkanı Yardımcısı Angel Marin ile DPS Başkanı Ahmet Doğan katılmadı. Tören esnasında Ataka milletvekilleri ellerinde "Plevneliev yasadışı seçildi" yazılı pankartlar açarak töreni sessizce protesto etti.

Plevneliev, yemin töreninden sonra yaptığı konuşmada, tüm Bulgaristan vatandaşlarının Cumhurbaşkanı olacağını söyledi. Parti üstü Cumhurbaşkanı olacağını savunan Plevneliev, kurumların halka açılmaları için çalışacağını kaydetti.

Önceki cumhurbaşkanlarına yönelik olarak "Sizler ülkenin geleceği için başarılı çalışmalar gösterdiniz. Ülkenin başarısı için bu çalışmalarınıza birlikte devam edeceğinize inanıyorum." dedi. Cumhurbaşkanlığına kendi hedeflerine ulaşmak için girmediğini belirten Plevneliev, siyasi hakem olacağını ve sadece halkın çıkarlarına bağlı kalacağını söyledi.
Ocak 19, 2012 | 0 yorum |

Eşref Kahraman: Dava ertelenmeye devam edilirse açlık grevine başlayacağım

18 Ocak 2012 Çarşamba |

Balkanlarda Adalet, Halklar, Kültür ve Dayanışma Derneğinin (BAHAD) başkanı ve Belene siyasi mağduru Eşref Kahraman, Kırcaali Bölge Mahkemesi tarafından sürekli olarak ertelen tazminat davasını, Strasbourg'da AİHM binası önünde açlık grevine başlayarak protesto edeceğini duyurdu.
Kahraman, Bulgarlaştırma süreci esnasında kendisine verilen manevi zararlar ve sağlık problemlerinin telafisi için 200 bin leva tazaminat davası açmıştı.

Ocak 18, 2012 | 1 yorum |

Başmüftü: Komünist istihbarat örgütüne çalışmadım

Başmüftü Mustafa Aliş Hacı, komünist dönemin istihbarat örgütü
'Dırjavna Sigurnost'ta çalışmadığını söyledi. Hacı, o dönem polis
merkezine çağırıldığını ancak bunun ajanlıkla ilgisi olmadığını, dini
eğitim aldığı için sorguya çekildildiğini belirtti.
'Dırjavna Sigurnost'ta çalışmadım, bu yönde ilk defa ismim 2006
yılında ortaya atıldı. O zamanda söyledim şimdi de aynı şeyi
söylüyorum. İddialara göre, 14 Kasım'da, komünist rejimin
yıkılmasınin ardından çalışmaya başlamışım. Vıcdanım rahat' dedi.

Ocak 18, 2012 | 3 yorum |

Ajan din adamları açıklandı

17 Ocak 2012 Salı |

Parlamentoya bağlı dosyalar komisyonu, eski komünist rejimin istihbarat örgütü 'Dırjavna Sigurnost' adına ajanlık yapmış din adamlarının isimlerini açıkladı. Açıklanan isimler arasında Başmüftü Mustafa Aliş Haci ve Krumovgrad Bölge Müftüsü Nasuf Halil Nasuf’un da isimleri bulunuyor.

Başmüftü Mustafa Aliş Haci'nin "Andre" kod adı ile 11 Aralık 1989 tarihinde, Bulgaristan'dan Türkiye'ye doğru yaşanan zorunlu göçün hemen ardından DS'ye ajan olarak girdiği ortaya çıktı. Kayıtlara göre Mustafa Aliş Hacı, 1992 yılında ajanlık görevinden ayrılmış. Başmüftü Mustafa Aliş Haci herhangi bir açıklama yapmazken, başmüftülükten konu ile ilgili yarın resmi bir değerlendirme gelmesi bekleniyor. Şuan Başmüftü Hacı'nın cep telefonu kapalı.

Komisyonun yayınladığı listeyi görmek için TIKLAYIN
Ocak 17, 2012 | 13 yorum |

ALİ'NİN BULAMACINDAN SONRA, ETYEN'İN SAFSATASI

Mümin Topçu
Şu Ekrem Dumanlı'nın derdini, amacını ve mesajını okadar iyi anlıyorum ki.
Geçen yıl, kin ve nefret dolu Ali'nin bulamacını servis etmişti, şimdi zavallı Etiyen'in safsataları geldi. Etyen ise bu altın fırsatı hiç kaçırır mı.Ve kendisi öyle bir hırsla ve körlemesine yazmaya koyulmuş ki, sanki karşısında bir cahil ve yobaz sürüsü var.
Balkanlar yüksektir ve serindir, yetiştirdiği insanlar zeki, eğitimli ve kültürlüdür, Etyen efendi.
Orası Koca Yusuf'ların, Kara Ahmet'lerin, Kel Aliço'ların, Alkaya'lı Hüseyin'lerin Memleketidir.
Sen hiç Edirne Er meydanında başa güreşmiş Ermeni biliyor musun... Ben bilmiyorum. Hani kendinizi bizimle kıyaslıyordun...
Bugün Türkiye'de yaşayan Balkan kökenlilerin çoğu katı Cumhuriyetçi ve Atatürk'çüdür, çağdaş ve layık düşünce sahibidirler, ayrıca iyi ve temiz birer Müslümandırlar.
Tarikatları ve bunların sahte şeyhlerini, din bezirganlarını ve yobazları hiç sevmezler, bunlara ne taviz veririler, ne de yüz gösterirler.
Sen,gazetenin patronu, patronunun sponsoru, sponsorunun patronları nekadar yırtınsanız ve tepinseniz de gerçek budur.Bu uyduruk,dikiş tutmaz ayak oyunlarınız vız gelir bize...
Balkan Türklerine ve Müslümanlarına zehir zemberek laflarla sataşmakla sizler yalnız bizim nefretimizi kazanıyorsunuz,bundan ziyade ayrıca Anadolu insanının gözünde otoriteniz yok olmaktadır,çünkü bizler doğal ve tarihsel olarak aynı Anadolu'nun ayrılmaz bir parçasıyız.Bunu kimseciklere ıspatlama derdimiz ve mecburiyetimiz de yoktur.İşte bundan dolayı bizleri kendi ırkdaşlarınla asla kıyaslamaya kalkışma.
O tiksindirici bulamaçtan sonra, bugün bizler Ermeni soykırım tartışmalarına dahil ediliyoruz,hatta Balkan Türk ve Müslümanlarınla Ermeni tarihçesi kıyaslanıyor ve sonuçta Ermenilerin üstünlüğü ve haklılığı,bizler ise meçhülliye itiliyoruz,aşağılanıyoruz ve küçümseniyoruz.Artık suçumuz neyse.Galiba Türk olmak artık bir suç.
İnsana çüüüş derler be,Etyen!
Ben,en iyisi yarın şu Dumanlı'yı,Etyen'i ve Ali'yi önüme katayım ve Memlekete,yani Bulgaristan'a götüreyim.Orada yaşayan öz be öz Anadolu Türkünü ve Müslümanını yerinde görsünler ve tanısınlar.Belki Türkün,Ergenokonun,Bozkurtun ne olduğunu o zaman anlarlar.Ben bundan da şüphelenirim de.Müslümanın temiz kalplisinle de tanışırlar oralarda,şeyh eli ve eteği öpmeyen,binbir tarikata bölünmemiş,asla akraba evliliği yapmayan Osmanlı Müslümanlarınla da tanışırlar ve belki başka ileri bir tarihte bizim adımızı ağızlarına almaktan kaçınırlar.Şu Jivkov'tan betermiş bu Ali'ler ve Etyen'ler...
Sözünü ettiğim Türklerin eski camiilerinin kapı başlarındaki levhalarda belirtilen kuruluş tarihleri ise yalancı Etyen'in yüzüne ağır bir tokat gibi inecektir.
Balkanlıyız bizler,onurlu ve kıvançlıyızdır.Ecdadımıza,dinimize,örf ve adetimize dil uzatanı asla afetmeyiz.
Bizler, nice şanlı fetihler,nice kıyımlar ve sürgünler gördük,ama hiçbir zaman dilencilik,inkarcılık ve şaklabanlık yapmadık.Kendi onurumuzu küçük düşürüpte ,arkamıza emperialist emelli güçleri takarak,kimseden haksız yere bir şeyler talep etmedik.Çünkü bizler Osmanlı Türküyüz ve Anadolu'nu topraklarının efendileriyiz.
Üçbin yıldır bu toraklarda yaşıyorlarmış,madem öyle, ekmeğini yediğin bu toprağa ve insanına neden ihanet ve hakaret ediyorsun,Etyen.Kimlere yaranmak peşindesin ki...
Neden seni eşit vatandaşı olarak gören Bulgaristan Türkünün ve Müslümanının kimliğinden ve kişiliğnden şüphe duyuyorsun.
Neden onu Anadolu insanından ayırt etmek cabasındasın.
Bugün, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde Balkanlar'dan göç etmiş kaç milyon Türkün ve Müslümanın yaşadığını biliyormusun,Etyen.Ben biliyorum...
Galiba asıl nedenin sebebi,senin yazdığın o gazeteyi okumadığımız için,senin gibi büyük düşünürü kaale bile almadığımız için,gazetene abone olmadığımız için,ya da kauboyların ülkesinde barınan emir kulu şeyhlerinin ve bunların patronlarının çıkarları doğrultusunda hareket etmeyeceğimizi bildiğin için mi...
Ocak 17, 2012 | 4 yorum |

Rumeli göçmenleri

16 Ocak 2012 Pazartesi |


Etyen Mahçupyan

Geçen pazar yazdığım 'Rumeli'nin sürülmüş çocukları' başlıklı yazı bugüne kadar en yoğun ve en düzeyli mesajları almama vesile oldu.

Genellikle herkes çok uzun yazdı ve karşılıklı olarak belki on kez yazışmamıza karşın hâlâ herkesin söyleyecek bir şeyi vardı... Bu durum bile söylenmesi, konuşulması gereken ama bastırılmış olan bir geçmişe işaret ediyor. Nitekim benim peşinde olduğum soru da basitçe şuydu: Kafkaslar ve Rumeli'den Anadolu'ya göç etmek zorunda kalmalarına ve bu meyanda 'soykırım' tanımına uygun düşecek muamelelere maruz bırakılmalarına karşın, acaba Türkiye halkı ve özelde bizzat bu göçmenler niçin söz konusu geçmişi kurumsal ve kamusal bir düzlemde hatırlama konusunda gayretli değiller ve aksine sanki unutmayı tercih ediyorlar. Bu tespiti Ermenilerin durumu ile karşılaştırarak yapmıştım, çünkü Kafkaslar ve Rumeli'deki Müslüman katliamları sadece Ermeni soykırımı tartışması gündeme geldiğinde yeniden pişirilip sunulan yapay bir konu gibi ele alınmaktaydı.

Kritik noktalardan biri Kafkaslar ve Rumeli'nin birbirinden ayrılmasıydı. Çünkü Kafkas Müslümanları aynen Anadolu Ermenilerine benziyordu. Yani her ikisi de otokton olan ve her ikisi de kimliksel olarak yönetici zümrenin dışında kalan, bir anlamda ikinci sınıf halklardı. Buna rağmen Kafkas Müslümanlarının geçmişinin giderek o göçmenlerin aile tarihlerinin parçası olması, ancak Anadolu Müslümanlarının kültüründen uzak olmalarıyla açıklanabilir gözüküyor. Buradan da Anadolu kültürünün salt İslam'a dayanmadığını ve kozmopolit bir melezleşmeyi ifade ettiğini çıkarsamak mümkün. Diğer taraftan Anadolu'nun doğusu, Osmanlı ve bugün dahi bizler için, ne kültürü ne de insanıyla çok önem arz etmedi. Dolayısıyla Kafkas göçmenleri kültürel algımızda bir 'Tanrı misafiri' olarak konumlandılar ve o göçün siyasî anlamı hiçbir zaman derinlik kazanmadı.

Buna karşılık Rumeli göçü siyaseten hep çok önemli oldu ve yenilginin somut tezahürünü oluşturdu. Bu nedenle Türkiye halkının Rumeli göçüne neden olan olaylara ilişkin çok daha duyarlı olması beklenirdi. Tahminim, Rumeli Müslümanlarının otokton bir halk olmamasının, hiçbir zaman diğerleri kadar yerlileşmemesinin ve göç sonucu kendi kimliklerinin egemen olduğu bir coğrafyaya gelmiş olmalarının bu sonuçta etkili olduğuydu.

Gelen mesajların büyük yoğunlukla vurguladığı ve tartıştığı iki husus, bu kanıyı değiştirmek için yeterli gözükmüyor. Yapılan itirazlardan ilki bunca acı çekilmesine karşın, benim failin gözünden meseleye bakmamdı. Ne var ki katliamı yapanların ruh halini ve gerekçesini anlamadan, olayı kavramak mümkün değil. Nitekim Ermeni meselesini de anlamak isteyen birinin, İttihatçıları analiz etmesi gerekir. Bu durum failin onaylanmasını ima etmez, ama yaşananların psikolojik zeminini açığa çıkarabilir. İkinci yoğun itiraz Rumeli Müslümanlarının gerçekte 'yerli' oldukları, gündelik hayatın doğal parçasını oluşturduklarıydı. Ancak eğer bunu kabul edersek, şu anki mesafeli duruşu açıklamak daha da zorlaşıyor...

Bu bağlamda iki nokta önemli gözüküyor... Birincisi eski kültürel kimliğin bugün hâlâ 'siyaseten anlamlı' olup olmamasıdır. Örneğin Ermeniler açısından bugünkü Ermenilik ile yüz yıl öncesi arasında hiçbir fark yok. Kültürel kimlikle siyasi kimlik arasındaki bağlantı değişmeden sürüyor. Oysa Kafkas ve Rumeli Müslümanları için söz konusu bağ kopmuş durumda. Geçmişin kültürel kimliğinden bugün için anlamlı bir siyasî kimlik üretemeyeceğiniz gibi, bugünün kültürel kimliği de geçmiş siyasî kimliğe yabancılaşmış durumda. Söz konusu göçmenleri Anadolu'ya bağlayan hiçbir otantik hafıza zinciri bulunmuyor. Salt Müslüman oldukları için ve hemen hiçbiri Türk olmamasına rağmen, yapay bir Türkleşme yaşayarak, isteseler de istemeseler de yaşanmış geçmişlerinin bugünle olan rabıtasını koparmış, ya da sembolik hale getirerek aile içi bir duyguya indirgemiş insanlar bunlar...

İkinci nokta, mağdurun kadim geçmişi hatırladığında kendi gözünde kendi hayalini pürüzsüz bırakabilmesi veya bunu yapamamasıdır. Örneğin Ermeniler azınlık ve ikinci sınıf olmanın getirdiği bir mazlumiyet zemini üzerinde geçmişi hatırlıyorlar. Kendilerini haklı olarak devlet karşısında sürekli ezilen ve hak arayan bir halk olarak görüyorlar. Bu durumda Ermeni çetelerinin yaptıklarını 'anlamak' daha kolaylaşıyor, çünkü sorunun gerçek sorumlusu, mukayesesiz bir güce sahip olan devletin kendisi. Buna karşılık Rumeli Müslümanları azınlık ama birinci sınıf vatandaşlardı. Dolayısıyla devletin sorumluluğunu taşımak durumunda kaldılar ve diğer kesimler tarafından işbirlikçi olarak görüldüler. Oradaki Müslümanlar olayların başlaması ile birlikte mağdur hale geldilerse de, bu olayların devletin tutumu nedeniyle başladığını göz ardı etmeleri de zordu.

Bu karmaşık, karşılıklı algıların tetiklediği dünya, insanların yüreğinde, vicdanında ve zihninde belki de henüz adı konmamış tortular bırakmış gözüküyor. Öyle ki hem kimse tam olarak unutmuyor, hem de bu bir ortak hatırlamaya dönüşmüyor.
Zaman Gazetesi, 15 Ocak 2012, Pazar

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------

Daha "Türk" diye yazamıyor, kalkmış Rumeli üzerine ahkam kesiyor!


Erdinç TEKER - Zaman gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan'ın 8 Ocak'ta kaleme aldığı “ Rumeli'nin sürülmüş çocukları “ ve 15 Ocak taihli “Rumeli göçmenleri “ yazıları bir çok kişide tepki yarattı.


Ben hariç;
çünkü kendisini ciddiye almıyorum... DEVAMI
Ocak 16, 2012 | 3 yorum |

“Geçmişten Günümüze Bal-Türk 1985-2011″ Kitabı Yayınlandı

Geçmişten Günümüze Bal-Türk kitabı, Balkan Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneğinin kurulduğu 1985 yılından 2011 yılı sonuna kadar geçen sürede yapılanları konu almaktadır. Dernek kurucularından başlayarak yapılan tüm faaliyetleri ve projeleri sade bir dil ve bol görsel desteği ile anlatan kitabımızda; Balkanlara ait hikayeler, resimler, şiirler, yazılar vb. bir çok içeriği de bulabilirsiniz.

KİTABI OKUMAK İÇİN TUKLAYIN
Ocak 16, 2012 | 0 yorum |

20 milyon Türk Bulgaristan’dan alınan elektriği kullandı... Marmara'da hayat durdu!

14 Ocak 2012 Cumartesi |

Bursa’daki doğalgaz çevrim santralinde meydana gelen arıza, enterkonnekte sistemde çökmeye neden olunca İstanbul, Sakarya, Kocaeli, Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne bir süre elektriksiz kaldı. Kış ortasında buz gibi soğuk havada yaklaşık 3 saat kaloriferler yanmadı, trafik felç oldu, metro çalışmadı, sanayi tesislerinde üretim durdu. Bulgaristan’dan alınan elektriğinin enterkonnekte sisteme bağlanması ve Ambarlı Termik Santralı’ndan besleme yapılmasıyla yerleşim birimlerine yeniden elektrik verilebildi.
Türkiye’nin elektrik üretiminin yüzde 10’unu karşılayan Bursa Doğalgaz Kombine Çevrim Santrali’nin dağıtım ünitesinde saat 13.43’te arıza meydana geldi. Buna bağlı olarak Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi’nin Bursa ve Adapazarı’ndaki yüksek gerilim hatlarında arıza nedeniyle Marmara Bölgesi’nin bu hatlardan beslenen önemli bir bölümü enerjisiz kaldı. Buna Lüleburgaz Hamitabat Enerji Çevrim Santralinde 150 bin voltluk trafo merkezinde arıza eklenince başta İstanbul olmak üzere Sakarya, Kocaeli, Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne’de elektrikler kesildi.
BULGARİSTAN DEVREYE GİRDİ
Trakya bölgesindeki enterkonnekte sisteme Bulgaristan’dan enerji alınması ile saat 14.15’ten itibaren bölgeye elektrik verilmeye başlandı. İstanbul ve çevresi için de İstanbul Ambarlı Termik Santralı’ndan besleme yapıldı. Saat 16.30 itibariyle kesinti yüzde 80 itibariyle giderildi.
Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi yetkilileri tüm yerleşim birimlerine kesintisiz elektrik verilmesi için çalışmaların sürdüğünü söyledi.
SANAYİ ÜRETİMİ AKSADI
Türk sanayiinin lokomotif kuruluşlarının bulunduğu Kocaeli ve İstanbul’da elektriklerin kesilmesi bir çok tesiste üretimi de aksattı. Büyük ölçekli 500’ün üzerinde fabrika bulunan Kocaeli’de elektriklerin kesilmesiyle, buna hazırlıksız yakalanan sanayi kuruluşlarında üretim durdu. Yedek enerji sistemleri olmayan fabrikalar üretimi tamamen durdururken, başta Dilovası’ndaki metalürji fabrikalarında da demir çelik üretimi yapılamadı, fırınlar soğudu.
METRO VE TRAMVAY SEFERLERİ SAATLERCE DURDU

Elektrik kesintisi nedeniyle saat 13.43'ten itibaren metro ve tramvay seferleri durdu. Metro ve tramvay duraklarına gelen vatandaşlar diğer toplu ulaşım araçlarına yönlendirildi. İptal olan metro ve tramvay hatlarının güzergahlarında vatandaşlar otobüs ve minibüsleri tercih etti. Bu yüzden trafikte yoğunluk da yaşandı.

İstanbul'daki elektirik kesintisi Karaköy'de tramvayların yollarda kalmasına neden oldu. Bazı vatandaşlar tramvayları terketmeyerek elektriğin gelmesini bekledi. İstasyonlardaki görevliler de durum hakkında vatandaşlara uyarılarda bulundu.

Saat 16.30 itibariyle tüm hatlarda metro ve tramvay seferleri yapılmaya başlandı.

ELEKTİRİK KESİLDİ, TRAFİK ARAP SAÇINA DÖNDÜ

İstanbul'da yağan kar trafiği arap saçına çevirdi. Kar ile birlikte gelen elektrik kesintisi trafikteki araçları zor durumda bıraktı. Nedeni ise 'trafik ışıklarının çalışmaması' oldu. Elektrik kesintisi nedeniyle caddelerdeki trafik ışıkları çalışmadı. Işıkların çalışmaması ile ne yapacağını şaşıran sürücüler trafiğin kilitlenmesine neden oldu.

ELEKTRİK VERİLMEYE BAŞLANDI
İstanbul'un bir çok ilçesine saat 14:45 itibariyle elektrik verilmeye başlandı.
KESİNTİNİN SEBEBİ
Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi'nden (TEİAŞ) yapılan açıklamada elektrik kesintisinin nedeni şöyle açıklandı: ''Saat 13.42’de olumsuz hava koşulları nedeniyle Bursa Doğalgaz Santralı'nda Adapazarı Hattına ait gerilim trafosunun patlaması sonucunda meydana gelen teçhizat arızaları Adapazarı’ndan İstanbul’a kadarki iletim tesislerinde arızalar olmuştur, bunun sonucunca Adapazarı’dan Babaeski’ye kadar olan elektrik sisteminde kesintiler oluşmuştur. Saat 14:15’den itibaren peyderpey sistem toparlanmaya başlanmış olup saat 16:15 itibarı ile sistemin yüzde 80’lik bölümüne elektrik verilmiştir. Geri kalan bölümü için çalışmalar kısa sürede tamamlanacaktır.''

BURSA’DAKİ ARIZA DOMİNO ETKİSİ YAPTI
TEİAŞ Sakarya Grup Müdürü Hikmet Turan, Bursa Çevrim Santralı’ndaki yüksek gerilim trafosundaki arıza nedeniyle 380 bin voltluk sistemin devre dışı kaldığını söyledi. Turan, bunun Sakarya, Kocaeli, İstanbul ve tüm Trakya’yı etkilediğini belirtti.
Adapazarı’nın, gerek İstanbul gerekse Anadolu’ya giden tüm elektrik hatlarının geçiş güzergahı olduğunu bselirten Hikmet Turan, "Bursa’daki patlama sonrasında domino etkisi yaşandı ve saat 14.00 itibariyle Adapazarı’ndaki kesicilerin atması neticesinde bölgesel elektrik kesintisi oluştu. Saat 16.00 itibariyle bu arıza da giderilerek bölgedeki elektrik sistemi eski haline döndü" dedi.
Ocak 14, 2012 | 0 yorum |

Büyükelçi Aramaz: Türkiye'nin Kasim Dal'a özel bir desteği yok

Türkiye'nin Sofya Büyükelçisi İsmail Aramaz, BNT'nin 'Panorama' adlı programına konuk oldu. Aramaz, Kasim Dal için hoş ve sempatik insan olduğunu ancak Türkiye'nin kendisine özel bir destekte bulunmadığını söyledi. Aramaz, Türklerle ilgili tüm sorunların da HÖH partisine bırakılmasının doğru olmadığını vurguladı.
Bu aralar Bay Ganyo'nun hikayelerini okuduğunu söyleyen Aramaz, bu hikayelerde Türk insanını gördüğünü kaydetti.




AJANS BG
Ocak 14, 2012 | 1 yorum |

Erdoğan, Mart ayında Bulgaristan'a geliyor

12 Ocak 2012 Perşembe |

Türkiye'nin Başbakanı Recep Erdoğan'ın önümüzdeki Mart ayında Bulgaristan'ı ziyaret edeceği bildirildi. Türkiyenin Sofya Büyükelçisi İsmail Aramaz, Kırcaali Valisi İvanka Tauşanova ile bugün yaptığı görüşmede, Erdoğan'ın Mart ayında Bulgaristan'ı ziyaret etmesi beklendiğini açıkladı.

Erdoğan, son defa 2010 yılının Ekim ayında Bulgaristan'a gelmişti.
Ocak 12, 2012 | 2 yorum |

Kader Özlem: Bulgaristan'ın Özür Dilemesi Strateji Gereğidir

Bulgaristan Parlamentosu'nda kabul edilen ve 1984-89 asimilasyon
sürecini kınayan ilk resmi kınama olan kararı değerlendiren
Uluslararası İlişkiler ve Balkanlar Uzmanı Kader Özlem "Bulgaristan'ın
Özür dilemesi izlediği strateji gereğidir. Buna aldanmamak lazımdır."
dedi.

Asimilasyon politikalarını kınayan buna karşın sözde Ermeni
soykırımını reddeden Parlamento kararlarının üst üste konulduğunda
ilginç bir denklemin ortaya çıktığını söyleyen Özlem, bunun
Bulgaristan'ın psikolojik savunma mekanizmalarıyla yakından ilgili
olduğunu belirtti.
2012 yılının Balkan Savaşları'nın 100. Yıldönümü olduğu ifade eden
Özlem konuyla ilgili düşüncelerini şöyle sürdürdü: "Birincisi,
Bulgaristan'ın 84-89 olaylarını parlamento kararıyla kınaması, 100 yıl
önce yaptığı asıl soykırımı perdeleme çalışmasının bir ürünüdür.
İkincisi, böylesi bir dönemde asimilasyonun resmen kınanması ve
suçluların cezalandırılmasına yönelik ifade, o dönemin sorumlularının
hemen hemen hepsinin ortadan kalkmasıyla yakından ilintilidir. Zira
90'lı yıllarda böyle bir karar alınsaydı, devlet bürokrasinin hemen
hepsinin cezalandırılması gerekecekti. Hatırlanırsanız, o dönem
Bulgaristan resmi ağızlardan sadece 'yanlış yapıldı; özür diliyoruz'
diyorlardı. Suçluları cezalandırma durumu yoktu. Belene mağdurları
konuyu AGİT gündemine taşımışlardı. Bulgaristan ulusal hukukundaki
dava ise zaman aşımına uğramıştı. Sonuç olarak ortaya bir şey
çıkmamıştı. Üçüncüsü, Bulgaristan Türkiye'ye şirin görünmek istiyor.
Eş zamanlı olarak sözde ermeni soykırım iddialarının reddi ile
asimilasyonun ise kınanması bu çalışmanın sonucu olmaktadır. Diğer bir
deyişle, Parlamentolar bu konularda sadece Türkiye'yi üzen değil;
memnun eden kararların da imza atıldığı yerler olarak gösterildi.
Dördüncüsü, Bulgaristan bir taraftan özür diliyor, ancak öbür taraftan
asimilasyonun doğru, metotlarının ise yanlış olduğunu söyleyen bir
Başbakan tarafından yönetiliyor. Bu noktada Bulgaristan'ın yeni
metotlara geçtiği anlaşılıyor. Beşincisi, GERB ile AKP arasındaki
ilişkinin son derece iyi olduğu ortada ki, bu durum HÖH'ün iki ülke
arasındaki ilişkilerde köprü olma iddiasını zayıflatıp, GERB'in
ekmeğine yağ sürüyor. Bütün bunlarla birlikte, geçen hafta AGİT'ten
Bulgaristan'a azınlıklarla ilgili tavsiye niteliğindeki bağlayıcı
olmayan karar da eklenince, azınlıklara istenilen hakları vermeyen
Sofya Yönetimi, bu kararla kısmen de olsa omuzlarındaki yükü azaltmaya
çalışıyor."

Ocak 12, 2012 | 3 yorum |

Bulgaristan'dan tarihi karar

11 Ocak 2012 Çarşamba |

Bulgaristan Parlamentosu, ülkede 1989 yılında sona eren komünist rejiminin Müslüman ve Türklere karşı uyguladığı asimilasyon kampanyasını kınayan bildiriyi kabul etti.
Bildiri Bulgaristan devletinin Türklere karşı girişilen asimilasyon kampanyasını resmi olarak kabul eden ilk belge olması açısından büyük önem taşıyor.

Eski başbakan ve Güçlü Bulgaristan İçin Demokratlar (DSB) partisi lideri İvan Kostov;un hazırladığı bildiri oylamaya katılan 115 milletvekilinin 112;si tarafından desteklendi. 3 milletvekili ise çekinser kaldı.
Bildiride, asimilasyon kampanyasından sorumlu kişilerin sanık olduğu ve 20 yıldır sürüncemede bırakılan davanın yeniden ele alınması ve suçluların cezalandırılması da talep ediliyor.

İvan Kostov, yüzlerce Bulgaristan Türkü ve Müslümanın hayatını kaybettiği asimilasyon kampanyasının eski komünist rejim tarafından "Yeniden Doğuş Süreci" olarak adlandırıldığını hatırlatarak "Bulgaristan Müslümanların Zorla Asimilasyonunu Kınama Bildirisi" olan belgenin parlamentonun tüm siyasi güçleri tarafından desteklenmesi gereken bir belge olduğunu söyledi.

İvan Kostov şöyle konuştu:

"Komünistlerin yürüttüğü bu kampanya sırasında 360 bini aşkın Türk kökenli vatandaşımız göçe zorlandı. Etnik temizlik girişimi olarak gördüğümüz bu eylemi şiddetle kınıyoruz. Cumhuriyet Başsavcısı Boris Velçev;i bir an önce isim değiştirme kampanyası ile ilgili başlatılan ve ilerleme kaydetmemiş olan davayı yeniden ele almaya çağırıyoruz. Bu davayı 'zaman aşımına uğratma' girişimlerini, asimilasyonu tüm Bulgaristan halkının ortak suçu şeklinde gösterme girişimi olarak kabul ediyoruz. Yakın tarihimizin önemli bir sayfasını bir kez daha okuyup kapatmak zorundayız."

İvan Kostov, asimilasyon kampanyası ile ilgili Başbakan Boyko Borisov;un geçmişte söylediği "Fikir olarak iyi, metod olarak yanlış" ifadesini ima ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Biz ikili oynamak istemiyoruz. 'Fikir olarak doğru, metod olarak yanlış; diye bir şey yok, olması da mümkün değil. Komünist diktatör Todor Jivkov iyiydi, altında çalışanlar kötüydü demek de artık bir anlam taşımıyor. Bugün davanın sağ kalan tek sanığı Jivkov döneminin son Başbakanı Georgi Atanasov tek suçlu olamaz."

Bildiriye destek veren üyelerinin çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS –HÖH) Partisi Genel Başkan Yardımcısı Lütfi Mestan, bildirinin "hukuki, siyasi ve ahlaki yönü olduğunu" dile getirdi. Mestan, "Bazı suç eylemleri konusunda zaman aşımı olmamalı diyorsak, bundan sonraki hukuki prosedür ona göre uygulanmalıdır. Yakın geçmişimizdeki bu çirkin eylemin sadece metodları değil, amaçlarını da kınadığımızı bildirmek zorundayız" dedi.

DSB Milletvekili Lıçezar Toşev de en az 517 kişinin asimilasyon kampanyası sırasında öldürüldüğünü, 500;ü aşkın Bulgaristan Türkünün Belene cezaevine yollandığını söyledi. Toşev Belene'nin o dönemde sıradan bir cezaevinden yeniden toplama kampına dönüştürüldüğünü bildirdi.

Oylamaya insan hakları komisyonundaki görüşmeler sırasında karşı çıkan ana muhalefet Bulgaristan Sosyalist Partisi milletvekilleri ile ırkçı ve aşırı milliyetçi ATAKA partisi milletkillerinin katılmaması dikkat çekti.
............................................................

TÜRKİYE DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI AÇIKLAMASI

Bulgaristan Ulusal Meclisi'nde Zorla Asimilasyon Politikasını Kınayan Bildirinin Kabulu Hk.

Komşu, dost ve müttefik Bulgaristan Cumhuriyeti’nin Ulusal Meclisi’nde, tarihe bir insanlık suçu olarak geçen “soya dönüş süreci” de dahil olmak üzere, Bulgaristan Müslümanlarına karşı totaliter rejim tarafından uygulanan zorla asimilasyon politikasını kınayan bir bildirinin dün (11 Ocak) kabul edilmiş olmasından memnuniyet duyduk.

Bu bildiriyi, tarihinin karanlık ve birçok insanın acı çekmesine neden olan bir dönemi ile yüzleşmeye karar vermiş, Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşmiş ve demokratikleşme sürecinde önemli aşama kaydetmiş bir devletin kendi vatandaşlarına karşı sergilediği gecikmiş, ancak yerinde bir davranışı olarak nitelendiriyoruz.

Sözkonusu bildiride bir tür etnik temizlik olarak ilan edilen ve 360.000’den fazla Türk kökenli Bulgaristan vatandaşının 1989 yılında yaşadıkları ülkeden kovulmasına neden olan bu karanlık girişimin sorumlularının adalete hesap vermeleri ve bu insanların mağduriyetlerinin her yönüyle giderilmesi için somut adımlar atılmasının zamanının geldiğine de inanıyoruz.

Bu vesileyle, Bulgaristan Ulusal Meclisi’nde aynı gün, amaç ve hedefi belli marjinal bir siyasi parti tarafından gündeme getirilen 1915 olayları hakkındaki Türkiye aleyhtarı karar tasarısının reddedilmiş olmasından duyduğumuz memnuniyeti de ayrıca vurgulamak isteriz. Bulgaristan Parlamentosu’nun bu sağduyulu tutumunun gündemlerinde benzer tasarılar bulunan diğer ülke parlamentolarına da örnek teşkil etmesini diliyoruz. 12.01.2012

............................................................

Народното събрание осъди насилствената асимилация на българските мюсюлмани

Парламентът прие днес декларация, осъждаща насилствената асимилация на българските мюсюлмани.

Проектът бе внесен от Иван Костов и група народни представители и бе приет със 112 гласа "за", нула "против" и трима "въздържали се" - и тримата са депутати от "Коалиция за България".

От името на ДПС Лютви Местан заяви подкрепа за декларацията. Той определи допускането за обсъждане на декларацията от страна на ГЕРБ като оптимистичен знак.

В документа е посочено, че депутатите осъждат категорично асимилационната политика на тоталитарния комунистически режим спрямо мюсюлманското малцинство в България, включително и т. нар. Възродителен процес.

Според документа
прогонването на над 360 хил. български граждани от турски произход през 1989 г. е форма на етническо прочистване,

извършено от тоталитарния режим.

Депутатите призовават българското правосъдие и главния прокурор да направят всичко необходимо да бъде приключено делото срещу виновниците за т. нар. Възродителен процес. Опитът той да се покрие с давност прехвърля вината от конкретните виновници върху целия български народ, е записано в документа.

В преамбюла на декларацията е посочено, че народните представители изразяват огромното си съжаление за това, че в продължение на 20 години българската правосъдна система не е съумяла да накаже виновниците за опита за насилствена асимилация на българските мюсюлмани.

Депутатът от ДПС Тунчер Кърджалиев заяви от парламентарната трибуна, че ако се задава въпросът защо точно сега се предлага тази декларация, "при определена дистанция от времето, емоциите са преодолени или поне - балансирани".

Друго предимство е, че преходът на българската държава е изживял този детски период, демокрацията е укрепнала, и условията за адекватна оценка на тези събития са налице, отбеляза Кърджалиев.

Не трябва да забравяме и друг факт - че страната ни е припознала и прегърнала една богата, по-добра ценностна система - тази на ЕС, и този факт ни улеснява и същевременно - задължава, допълни той.
Нашата оценка за този процес - той не е просто 1984 - 1989 г., той е започнал още през 50-те и 60-те години на миналия век, посочи депутатът от ДПС.

"Този опит за насилствена смяна на имена посява омраза между хората и мултиплицира насилието. Стига се до нещо невиждано в европейската, а може би и световната история - депортиране на над 360 хил. души от България. Според архивите на МВР през този период физически са унищожени 617 човека", каза Кърджалиев.

Той определи

приемането на тази декларация като един исторически акт на Народното събрание,

приключващ един лош период.

"Тази декларация ще е добър пример за демонстриране на необходимостта за недопускане на междуетническа неприязън, акт в полза на интегритета на българското общество.

С последната точка ние подчертаваме, че при такива престъпления няма давност. В крайна сметка тази декларация ще опровергае по категоричен начин онези балкански песимисти, които твърдят, че като поживееш няколко десетилетия на Балканския полуостров, губиш вярата си в справедливостта, в доброто и дори в Бог", каза Тунчер Кърджалиев.

Иван Костов подчерта при депутатите, че осъждането на асимилационната политика може да стане по един начин - "решително разграничаване, посочване на виновните, и по този начин - завършване на един исторически процес по благоприятен за нацията начин".

"Това, което проведе режимът на Живков, беше опит за асимилация, съпроводен с депортиране или принудително принуждаване да бъдат изселени хора с български произход. По този начин те бяха лишени от основните си човешки права", каза Костов.

"Това е въпрос на българското общество, на българската държава, на нас - като наследници на тази държава, който ние трябва да приключим по този начин. Освен това, трябва да наречем с истинската международна дефиниция това, което е направено - това е опит, донякъде половинчато неуспешен, за етническо пречистване", категоричен бе Иван Костов.

"Нашата справка показа, че практически делото срещу виновниците не е спряно,

тече и в момента и се води от Военна прокуратура, но има поставено неизпълнимо условие от съда. Трябва да призовем главния прокурор и съда да направят необходимото, за да се завърши делото.

Прокуратурата да изгради обвиненията си на базата на съществуващите свидетелства и след това това дело да бъде завършено.

По наша информация към момента обвиняем по делото остава само Георги Атанасов и по този начин процесът виси в едно обвинение, а ние говорим за виновници", допълни Иван Костов.

Делото срещу членове на някогашното Политбюро на ЦК на БКП за насилствената асимилация на българските турци, което започна преди 20 години, беше съзнателно и целенасочено провалено.
Българският съд тогава открито се подигра,

защото поиска хилядите жертви да свидетелстват лично. Последните промени в Наказателния кодекс (НК) предвиждат, че не е нужно всички пострадали да се явят да дават показания в съда, а само част от тях.

Българската прокуратура не пожела да заведе дело срещу очевидните виновници от върхушката на БКП за депортацията на повече от 300 000 български граждани, макар документи за престъплението да има в архивите.

През декември 2010 г. Народното събрание не успя да приеме предложението на Синята коалиция в програмата на парламента да бъде включен проект за декларация, с която се осъжда насилствената асимилация на българските мюсюлмани. Против бяха депутатите от ГЕРБ и "Атака".
Ocak 11, 2012 | 0 yorum |